![]()
|
|||||||
a) Maddî kalkınma 1 страницаa) Maddî kalkı nma
Maddî kalkı nmada sabrı n ö nemi kelimelerle ifade edilemeyecek kadar bü yü ktü r. Hepimiz biliriz ki, maddî geliş me, fikir iş ç ileri, teknik adamlar, san’atkâ rlar ve moral gü cü nü sağ layacak İ slâ m bilginleri aracı lı ğ ı ile ve ce- miyetin sahip olduğ u yeraltı ve yerü stü kaynakları nı n değ erlendirilmesi ile mü mkü ndü r. Bü tü n bu seç kin kadroları n yetiş tirilmesi, kalkı nmaya muhtaç bö lgelerde imkâ nsı zlı klar iç erisinde hizmet verilebilmesi, sı k sı k tekrarlanan ve- cizelerle değ il, inanç la ve aklı n rehberliğ inde gö sterilecek sabı rla mü mkü ndü r. Elbetteki idarecileri, teknik kadroları, ilim adamları sosyologları … ç alı ş - malarda ve ilmî arş tı rmalarda sabı r gö steremeyen toplum geliş emez. Cemiyet hayatı ndaki maddî geliş mede sabrı n oynayabileceğ i bü yü k rol dolayı sı yladı r ki, mukaddes kitabı mı z Kur’â n-ı Kerî m’de yü ce Rabbimiz ş ö y- le emir buyurmaktadı r: “Ey iman edenler! Sabredin, (Kendi aranı zda ve dü ş manları nı zla) sabı r ya-
219
rı ş ı yapı n. (İ man, kü fü r ve ü lkeniz sı nı rları nı ) gö zetleyin. Allah’ı n emirleri ve yasakları na aykı rı lı ktan korunun. (Bö yle yaparsanı z) baş arı ya erebilirsiniz. ”1
220 b) Manevî kalkı nma
Gerç ek manevî kalkı nma İ slâ m Dini’nin insan doğ ası yla ö rtü ş en diriltici iman ve yaş am kuralları nı n topluma hakim kı lı nması, Yaradanı mı zı egemen- liğ ini tanı mayan materyalist sistemler, kâ firler, mü nafı klar ve ahlâ ksı zlı klarla mü cadele edilmesi yoluyla gerç ekleş tirilebilir. İ slâ mî kuralları n topluma hakim kı lı nabilmesi gerç ek mü ’minlerin ö m- rü nce İ slâ m’ı yaş aması, yaş adı kç a da sabı rla İ slâ mî yaş ayı ş a ç ağ ı rması ve lü - zumlu kü ltü rel mü esseselerin kurulması ile mü mkü ndü r. Devrimizde mü ’minlerin bu vazifelerini gerç ek anlamı yla yapabilmeleri iç in kü ltü r cihadı na ç ı kmaları ve bu cihadı sabı rla sü rdü rmeleri lâ zı mdı r. Cihadı n gereğ i olarak da cemiyetin farklı kesimlerine hitabeden gazete ve mecmualar ç ı karmaları, filim ş irketleri ö zel okullar ve ü niversiteler kurmaları, talebe yurtlan inş a etmeleri, yayı nevleri aç maları, broş ü rler dağ ı tmaları, va’zlar ve konferanslar verdirmeleri zaruridir. Ayrı ca değ iş ik hayı r mü esseselerinde vazifeler alarak toplum huzuru- na ç ı kmaları, ç ocukları nı ç ok iyi yetiş tirmeleri, mü nevverlerini(aydı nları nı ) ç oğ altmaları, toplum iktidarı nı elde edebilmek iç in lü zumlu demokratik mü - esseseleri kurarak gerekli teş ebbü sleri yapmaları - lâ zı mdı r. Daha da ö nemlisi bulundukları kö yde-ş ehirde, bü roda-mektepte, fabrika ve atö lyede ciddî birer Mü slü man olarak ö rnek olmaları lâ zı mdı r. Bü tü n bunlar, sö nen heyecanlarla değ il sabrı n aş k haline getirilmesi ile yapı labilir. Bunun iç indir ki Rabbimiz “sabrediniz” buyurmakta ve kendisine ş ö ylece yakarmamı zı ö ğ retmektedir: “... (Ey) Rabbimiz! Ü zerimize sağ nak sağ nak sabı r yağ dı r. Ayakları mı zı sağ lamlaş tı r. Kâ firler topluluğ una karş ı bize yardı m et. ”2 Evet ü zerimize sabı r yağ dı rması nı Mevlâ mı zdan istemeye muhtacı z. Ç ü n- kü sabı rlı kul olma denemesinden geç meden ebedi saadete ermek mü mkü n değ ildir.
1 Bakara, 200. 2 Bakara, 249.
Al-i İ mran sû resi  yet 141:
“(Ey Mü ’minler! ) Yoksa siz, Allah iç inizden cihâ d edenleri sı nayı p bilmeden sabredenleri denemeden geç irip bilmeden Cennet’e gireceğ inizi mi sandı nı z? ” Muhterem Mü ’minler!
Manevî kalkı nma iç in batı l inanç lar ve sistemlerle, cahili yaş ayı ş ları mes- lek tutmuş materyalistler ve ahlâ ksı zlarla da mü cadele gereklidir. Bu da inanç la ve sabı rla olur.
İ slâ m Dini’nin, olgun aklı n ve ilmin red ettiğ i davranı ş lar, iş ler ve ü retim- lerle bizzat atı lı m yaparak, sö zlü ve yazı lı ç atı ş maya girerek, nefret oluş turarak ve daha da ö nemlisi sabı r gö stererek karş ı durmayan hattâ bu uğ urda her tü r- lü cefaya katlanamayan topluluk, mü cadelesizliğ inin cezası nı ş ü phesiz dü nya- da kü fre ve zulme boyun eğ mekle, â hirette ilâ hî azaba uğ ramakla ç eker. Bu gü n cemiyetimizin iman ve ahlâ k bakı mı ndan artı k ı slâ h edilmez bir durum arzettiğ ini ileriye sü ren mü ’minler, İ slâ m’ı kendi varlı ğ ı nda temsil ede- meyen; ş uurlu sabrı tembelliğ e, eyyamcı lı ğ a feda eden ve terbiye kanunları nı bilmeyen mü ’minlerdir. Sabı r gö stermeksizin baş arı ya ulaş mı ş tek bir insan ve tek bir topluluk var mı dı r? Peygamberler bile gö revlerini ancak sabı r zı rhı na bü rü nerek yapabilmiş - lerdir. Yü ce Peygamberimiz Hz. Muhammed de insanları Hakk’a ç ağ ı rı p Batı l’lar- dan sakı ndı rmada arzuladı ğ ı zaman istediğ i sonucu alamamı ş, bu sebeple ü zü n- tü ye kapı lmı ş tı r. Allah zü lcelâ l O’na acele etmemesini, sabı r gö stermesini muhtelif Kur’â n â yetlerinde ş ö ylece emir buyurmuş tur: [“Gü zelce sabret. ”
“Rabbin iç in (gü zelce) sabret ve onlardan hiç bir azgı n gü nahkâ ra ve kâ fire boyun eğ me. ” “Senden ö nce gelen peygamberler de yalanlandı. Ancak yalanlanmaları na ve zulmedilmelerine karş ı (dayanmada) sabrettiler. Nihayet yardı mı mı z onla- ra yetiş ti... ”
221
222 “O halde sen de senden ö nceki azm-ü sebat sahibi peygamberler gibi sabret... ”]3 İ yice bilmeliyiz ki batı lperestlerin ve ahlâ ksı zları n baş arı ları da batı lları n- da ve ahlâ ksı zlı kları nda gö sterdikleri olumsuz sabı r sebebiyledir. Ferdî ve ictimaî geliş menin, maddî ve manevî kalkı nmanı n ana sebebi olan sabı r, Allah’ı n emri ve Peygamberimizin ö ğ ü dü olduğ u iç in ibâ dettir. Bu sebeple bizler İ slâ m’ı n tanı ttı ğ ı olumsuzlara değ il, ö ğ rettiğ i olumlulara sabredeceğ iz. Bir diğ er anlatı mla ş ö yle de diyebiliriz: Cehalette sabı r yok. İ lim tahsilinde sabı r vardı r. Bir lokmaya ve bir hı rkaya sabı r yok. Cemiyetimizde bir tek muhtaç insan kalmaması iç in azimle ç alı ş ma- da ve helâ l rı zı k talep etmede sabı r vardı r. Zulü m ve anarş iye sabı r yok. Zalimlerle ç atı ş mada, anarş istleri yola getir- mede sabı r vardı r. Tembellikte, eğ lence yerlerinde ve lâ f meclislerinde sabı r yok. Tarlada, fabrikada, laboratuarda ve iş yerlerinde alı n teri dö kmede sabı r vardı r. Kâ firliğ e razı olmada, mü nafı kç a tavizler vermede sabı r yok. Mü slü manı n dindarlı ğ ı ö lç ü sü nde belâ lara uğ rayabileceğ ini bilerek İ slâ m’ı yaş ama ve yay- ma uğ runda sabı r vardı r. Sunacağ ı mı z ş u hadis ne kadar anlamlı dı r: “Sa’d İ bn-ü Vakkas (r. a. ) anlatı yor. Allah’ı n Resû lü ’ne (s. a. ) sordum: - Ya Resû lellah! En ağ ı r felâ ketlere uğ ratı lan insanlar kimlerdir? Ş ö yle buyurdu: - Peygamberlerdir, sonra da inanç ve amel durumları na gö re dindar kullardı r. ” Kiş i dindarlı ğ ı na gö re kulluk imtihanı na tâ bi kı lı nı r. Eğ er dini (inancı ) sağ lam (ve amelleri ç okç a) ise uğ ratı ldı ğ ı musibetler ç ok bü yü k olur. Eğ er dini (duyguları ve yaş antı sı ) zayı f olursa kulluk imtihanı da dindar- lı ğ ı na gö re hafif olur. Ç ok iyi biliniz ki (keffareti gerektiren) hataları olan kula yeryü zü nde (ra- hat rahat) yü rü yecek ş ekilde belâ lar aman vermez. 4
3 Mearic 5; İ nsan, 24; Enam 34; Ahkâ f, 127. 4 İ. Mace, Hn. 4023.
Mü ’minler! İ slâ m Dini’nin emirleri ve yasakları nı tatbik etmede, olgun aklı n ve mü s- bet bilimin gerekli gö rdü klerini uygulamada sabı r gö sterelim. Ö lü nceye kadar sö zlerimiz, davranı ş ları mı z ve iş lerimizden sorumlu ola- cağ ı mı z iç in sabı r, gerç ek Mü slü manlı ğ ı n ş artı, â hiret saadetinin sebebidir. Peygamberimizin ifadesiyle de “Sabı r imanı n yansı dı r. ” Hutbemizi bir â yet manâ sı yla bitiriyorum: “(Ey Peygamber! ) Allah anı lı nca kalpleri huş u ile dolan, kendilerine isabet eden zorluklara, sabreden, namazı dosdoğ ru kı lan ve kendilerine rı zı klandı rdı kları mı z dan (Allah iç in) harcayan itaatkâ r, mü tevazı kulları (dü nya ve â hiret saadeti ile) mü jdele. ”5
223
5 Hac, 34-35.
Ş ü kü r ve Gerç ek Manası
224 Bü tü n varlı kları yaratan Allah’tı r. Bizler O’nun kulları yı z. Bunun iç indir ki ancak ve ancak yalnı z O’na ibadet ve itaat ederiz. O, bize ş ü kredici olmamı z iç in nimetler bahş etmiş ve “... Ş ü kredici kul- lardan ol. ” emrini vermiş tir. Vazifemiz Mevlâ mı za ş ü kredici kul olmaktı r. O, Kur’â n-ı Kerî m’de ş ö yle buyurmaktadı r: “Sizler hiç bir ş ey bilmiyorken; Allah sizi anaları nı zı n karnı ndan ç ı kardı, size kulaklar, gö zler, gö nü ller verdi. Umulur ki ş ü kredici olursunuz. ”1 Ş ü kredici kullardan olmamı z iç in bize sayı lamayacak kadar ç ok nimetler veren Rabbimize ş ü kretmek kulluk vazifemizdir. Ş efkatli bir ana gibi ı sı sı ve ı ş ı ğ ı nı ü zerimize salan gü neş ten yağ an yağ - murlara, ç alı ş an kalbimizden bin bir ç eş it toprak ü rü nlerine, denizlerden or- manlara ve hayvanlara, kadar sahp olduğ umuz sı nı sı z nimetlere karş ı Rabbi- mize nası l ş ü kredeceğ imizi bilmek mecburiyetindeyiz. a) Ş ü kredici bir kul olabilmenin ilk ş artı bü tü n nimetleri Allah’tan bil- mektir. Sebepleri yaratan, bü tü n canlı ları rı zı klandı ran O’dur. Tü m nimetler O’n- dandı r. Kur’â nı mı zda bu gerç ek ş ö yle aç ı klanı r: “Ne ki nimetlere sahipsiniz, hepsi Allah’ı ndı r... ”2
1 Nahl, 78. 2 C. Sağ î r (li kü lli) 2/125.
İ nsanlar, Allah’ı n takdiri olmaksı zı n hiç bir zarar veremeyecekleri gibi, hiç bir fayda da sağ layamazlar. Mü ’min kul, insanlara teş ekkü r etmekle bera- ber, nimetleri ihsan edenin ancak Allah olduğ una inanacak; Rabbine ş ü krede- cektir. Aracı ları mabutlaş tı rarak onlara ş ü kranlar sunarken Allah’a ş ü kretme- mek ne korkunç nankö rlü ktü r. Saygı değ er Mü ’minler! b) Ş ü kredici bir kul olabilmenin ikinci ş artı, her nimetin ş ü krü nü, kendi cinsinden bir amelle yapmaktı r. Ş ü krü n, her nimetin kendi cinsinden bir amelle yapı lması gerektiğ ini Yü - ce Peygamberimiz bir hadislerinde ş ö yle aç ı klamı ş tı r: “Her ş ey iç in zekâ t (ş ü kü r) vardı r. Vü cudun zekâ tı (ş ü krü ) de oruç tur. ”3 Hiç ş ü phe edilmemelidir ki, sahip olduğ umuz nimetler dolayı sı yla; “Al- lah’ı m, sana ş ü kü rler olsun, bü tü n nimetler sendendir. ” ş eklindeki duâ lar ş ü k- rü n bü tü nü değ il ancak bir ş eklidir. Mevzuumuzu, misaller ı ş ı ğ ı nda incelemeye ç alı ş alı m. a) Akı l, bir nimettir. Bu nimetin ş ü krü, aklı mı zı kullanarak yaratı cı mı zı bulmak, O’na inanmak, O’nun emirleri ve yasakları ç izgisinde yaş ama kararı - nı almak ve uygulamaya koyulmaktı r. Aklı nı gereğ ince kullanarak akı l nimetinin ş ü krü nü edâ edemeyenler Kur’â n’ı mı zda ş ö ylece vasfedilmektedir: “(Ey Peygamber! ) Yoksa onları n ç oğ unu, (hakikati) dinleyenler ve akı lları nı kullananlar mı sanı yorsun? Onlar, dö rt ayaklı hayvanlar gibidir. Belki de yolca daha sapı ktı r. ”4 Mü ’minler! b) Servet, bir nimettir. Bu nimetin ş ü krü, ondan zekâ t vermek, akraba- mı zdan yardı ma muhtaç bulunanlara nafaka ç ı karmak ve Allah’ı n rı zası iç in sü rekli infak etmektir. Zekâ tı, nafakası ve infakı ile hayı r menbaı, yetim hâ misi ve fakir babası olamayan kul, beş vakit namaz kı lsa da servet nimetinin ş ü krü nü yapmamı ş kuldur. Servet nimetinin nankö rü kul ş ü krü nü yapmadı ğ ı iç indir ki azaba uğ - ratı lacaktı r.
3 C. Sağ î r, 2/125. 4 Furkan, 44.
225
226 Rabbimiz ş ö yle buyurur: “... Altı nı, gü mü ş ü (ve malları ) biriktirip de, onları Allah yolunda harca- mayanlar yok mu? İ ş te bunlara acı klı bir azabı haber ver. Cezaları n verileceğ i Gü n biriktirilen o mallar Cehennem ateş inin iç inde kı zdı rı lacak da, mal nimetinin ş ü krü nü yapmayanları n alı nları, boyunları ve sı rtları bunlarla dağ lanacak (ve o kiş ilere ş ö yle denilecektir: ) İ ş te bunlar nefisleriniz iç in toplayı p sakladı kları nı zdı r. Artı k saklayı p istif- ç ilik ettiğ iniz bu nesnelerin, acı sı nı tadı n bakalı m. ”5 c) İ lim bir nimettir. Bu nimetin ş ü krü, ancak bildiklerimizi ö ğ retmek su- retiyle yapı labilir. Bir din alimi, bir teknokrat, bir sosyolog, bir sanatkâ r, fay- dalı bilgilerini ö ğ retmedikç e ve neş retmedikç e, ş ü krü nü eda etmiş olamaz. Zi- ra ilim nimetinin ş ü krü, ancak kü rsü lerde, dershanelerde, laboratuarlarda ya- pı labilir. Bunun iç indir ki, Peygamberimiz ş ö yle buyurmuş lardı r: “Bilgisinden sorulduğ unda onu ö ğ retmeyen kiş inin ağ zı na Kı yamet Gü nü ’nde ateş ten bir gem vurulacaktı r. ”6 Anlaş ı lacağ ı ü zere Peygamberimiz bu hadisleriyle ö ğ reterek ilim ve sanat nimetinin ş ü krü nü yapmayanları n akı betini bildirmiş tir. Mü ’minler! Bilgilerimizi ö ğ retmek suretiyle ş ü krü mü zü î fa ederken, yalnı z Allah’ı n rı - zası nı kazanmayı gaye edineceğ iz. Meselâ, bir din alimi insanları Kur’â n’la aydı nlatı rken bir akademisyen, bir ö ğ retmen bilgilerini ç evresine saç arken, talebelerini yetiş tirirken, bir dok- tor hastaları nı tedavi ederken yalnı zca alacağ ı ü creti dü ş ü nmeyecektir. Zaman zaman da olsa bu hizmetleri maddî bir karş ı lı k beklemeksizin yapacaktı r ki ş ü kredici bir kul olabilsin. d) Vatan bir nimettir. Vatan nimetinin ş ü krü, İ slâ m Dî nin iman ve ahlâ k kuralları nı ve de sosyal yasaları nı vatan toprakları ü zerinde hâ kim kı lmak, onu tecâ vü zlerden korumak, imarı na ç alı ş mak ve birliğ ini korumakla yapı lı r. e) Temel insan hakları hü rriyetleri de birer nimettir. Bu nimetlerin ş ü k- rü ise onları ç iğ nemeye veya kı sı tlamaya ç alı ş an batı lperestlerle mü cadele ver- mektir. Kendi inanç ları, ç ı karları ve de iktidarları uğ runa kü ltü rel, siyasî ve
5 Tevbe, 34-35. 6 M. Mesabî h, 223.
ekonomik haklar ve hü rriyetleri prangaya vurmak isteyen sö mü rü cü ler ve silâ hlı eylemcilerle savaş maktı r. Aziz Mü ’minler! İ slâ m’î gerç ekleri kavrayamayan bazı bilgisiz insanlar “Allah, bizim ş ü k- retmemize muhtaç mı dı r? ” diyorlar. Yü ce Rabbimiz ş ü kretmemize muhtaç değ ildir. Biz ş ü kretmekle kulluk gö revimizi yapmı ş, sahip olduğ umuz nimetleri artı rmı ş ve ş ü kü rsü zlü ğ ü n aza- bı ndan korunmuş oluruz. İ brahim Sû resi Ayet 7: “... Rabbiniz size ş ö yle bildirdi: Andolsun, ş ü krederseniz elbetteki (nimetleri nizi) arttı rı rı m. And olsun ki, nankö rlü k ederseniz, hiç ş ü phesiz benim azabı m cid den ç etindir. ” Manası nı sunduğ umuz â yeti kerî meden anlaş ı lacağ ı ü zere ş ü kredenlere nimetler artı rı lacaktı r. Nankö rlü k yolunu tutanlara ise azab ş iddetlidir. Azabı n geciktirilmesi sakı n bizi aldatması n. Biz insanlar kulluk denemesi iç indeyiz. Eğ er ş ü kü rsü zlere azab anı nda in- dirilseydi, yeryü zü nde ş ü kretmeyen kul kalmazdı. Yü ce Rabbimden cü mlemizi ş ü kredici kullardan kı lması nı diliyor, hutbe- mizi konumuzla ilgili ana gerç eğ e erdirici â yetlerle bitiriyorum: [“Kâ firler, kendilerine ö mü r verip sü re tanı yı ş ı mı zı sakı n kendileri iç in hayı rlı sanması n. Biz onları sı rf gü nahları m arttı rsı nlar diye bı rakı yoruz. Hem onlara aş ağ ı latan; zelil eden bir azap vardı r. ” “O, Allah’ı tanı mayanları n refah iç inde diyar diyar dö nü p dolaş maları se- ni aldatması n. (Sahib olunan bu nimetler geç ici ve de az bir geç imliktir. ) Son- ra varacakları yer Cehennemdir. O ne kö tü dö ş ektir. ”]7
7 Al-i İ mran, 178, 196-7.
227
İ slâ m’da İ stiş arenin Ö nemi
228 Ferd’i ve sosyal hayatı mı zı kuş atan yasaları nı Yü ce Rabbimizin Kur’â n’la koyduğ u ve aziz Peygamberimiz Hz. Muhammed’in tebliğ edip aç ı kladı ğ ı İ slâ m Dini değ iş mez ve değ iş tirilemez hayat nizamı mı zdı r. Biz mü ’minler zaviyesinden Yü ce dî nimiz: a) Kur’â n ve Sü nnet ç izgisinde Allah’a ve Peygamberimiz Hz. Muham- med’e itaat ile, b) Kur’â n ve Sü nnet’in hakkı nda aç ı k ve kesin hü kü m bildirmediğ i amelî hayatı mı zla ilgili mevzularda mü ’minlerin birbirleriyle istiş are etmeleri gibi iki ana esasa dayanı r. Dü nya hayatı nda insanları kullukla imtihana tâ bi tutan Yü ce Rabbimiz, hikmeti icâ bı, insanları akı l, zekâ ve tecrü be iç in gerekli olan ö mü r bakı mı n- dan eş it olarak yaratmamı ş tı r. Bunun iç indir ki, bir insan ne derece zekî ve ne derece tecrü beli olursa olsun “... Her bilgilinin ü stü nde bir bilen vardı r. ” anlamı n- daki Yusuf sû resinin 76. â yetinde aç ı klandı ğ ı gibi kendisinden daha bilgili, daha tecrü beli insanlar vardı r. Kaldı ki bir insanı n, sı nı rlı olan bilgi ve tecrü - besiyle, değ iş ik hayat hadiseleri karş ı sı nda her zaman en doğ ru ve en isabetli hü kme varması mü mkü n değ ildir. Fertler’ iç in değ iş mez olan bu yasa aynen cemiyetler iç in de geç erlidir. Araları nda istiş areyi usû l ve kanun haline getiremeyen toplulukları n, siyasî, iç timaî ve askerî alanlarda, maarif (ö ğ retim-eğ itim), hukuk, iktisat, iç ve dı ş siyaset dalları nda baş arı lı olmaları, amaç ladı kları sonuç ları sağ lamaları mü m- kü n değ ildir. Bunun iç indir ki dinimiz, fert ve cemiyet hayatı iç in ö nemi bü yü k olan is- tiş areyi yani danı ş mayı dinî bir vazife ve bir ibâ det kı lmı ş tı r.
Yü ce Rabbimiz, Kur’â n-ı Kerî m’in  l-i İ mran sû resinin 59. â yetinde Pey- gamberimizin ş ahsı nda mü ’minlere ş ö yle emir buyurmuş tur: “... İ ş lerinde mü ’minlerle istiş are et. (İ stiş areden sonra) bir ş eyi yapmaya ka rar verdin mi artı k Allah’a gü ven. Gerç ekten Allah kendisine bağ lanı p gü venenle ri sever. ” Bizler iç in en gü zel hayat numunelerini takdim buyuran Peygamberimiz, Allah’ı n vahiy indirerek nası l yapı lması gerektiğ ini bildirmediğ i bü tü n iş lerde daima sahabileri ile istiş arede(danı ş mada) bulunurlardı. İ stiş are Peygamberi- mizin hayatı nda değ iş mez bir ö lç ü idi. İ nsan varlı ğ ı na ve dü ş ü ncesine pek bü yü k değ er veren Peygamberimiz, Kur’â n’ı n hü kü m getirmediğ i, yö n vermediğ i bazı hususlarda gö rü ş sahibi mü ’minlerin fikirlerini benimsemiş, kendi gö rü ş lerinden feragat buyurmuş - lardı r. Burada bir ö rnekle konumuza aç ı klı k getirelim. Bedir harbinde Peygamberimiz ordusu iç in bir karargâ h seç tiler. Ashab-ı Kiram’dan Hubbab b. El-Cemû h sordular: - Ya Resû lellah! Burası Allah’ı n vahiy indirerek konaklattı ğ ı bir yer midir? (Bu takdirde) ileri gitmemiz geri ç ekilmemiz mü mkü n değ ildir. Yoksa savaş taktiğ i olarak sizin seç tiğ iniz bir yer midir? Peygamberimiz: - Savaş taktiğ i olarak seç ilmiş yerdir, buyurdular. Bu cevabı alan Hü bab, seç ilen mahallin askerî strateji bakı mı ndan uygun olmadı ğ ı gö rü ş ü nü aç ı kladı. Peygamberimiz de Hubbab’ı n fikrini isabetli bu- larak karargâ hı değ iş tirdi. 1 Allah’ı n vahiy ile bildirmediğ i mevzularda, Peygamberimizin yaptı ğ ı isti- ş areler ve tecrü beye verdiğ i ehemmiyet hususunda pek ç ok misaller vardı r Peygamberimizi en yakı ndan tanı yan muhterem sahâ bî Hz. Ebû Hü rey- re’nin nakledeceğ imiz ş u sö zü, Peygamberimizin istiş are usulü ne ne derece ehemmiyet verdiğ ini gö stermektedir. Ebû Hü reyre (r. a. ) ş ö yle buyurur: “Ben, arkadaş ları yla, Peygamberimizden daha ç ok istiş are eden hiç bir kim se gö rmedim. ”2 Hiç ş ü phe yoktur ki, Peygamberimiz, Ashab-ı Ki-ram’ı n(kendisine inanan
1 İ bn-ü Hiş am, Es-Siretü n-Nebeviye, 2/272. 2 S. Tirmizi, Hn. 1714.
229
230 Saygı değ er arkadaş ları nı n ) fikirlerine muhtaç değ ildi. O, ü mmetine istiş are usû lü nü benimsetmek, hakka ve hayra gö tü rü cü yolun istiş are olduğ unu bil- fiil aç ı klamak iç in arkadaş ları nı n fikirlerine baş vuruyordu. Nitekim bu husu- su bir hadî slerinde ş ö yle ifade buyurmuş lardı r: “Biliniz ki; Allah ve O’nun Peygamberi istiş are etmeye muhtaç değ ildir. Fakat Allah istiş are’yi ü mmetim iç in bir rahmet kı ldı. Onlardan her kim istiş a- rede bulunursa doğ ruluktan ayrı lmaz. Her kim de istiş are etmez, kendi fikri- ni beğ enirse, hatadan kurtulamaz. ”3 Peygamberimizin bu terbiye ile yetiş tirdiğ i Ashab-ı Kiram devlet baş kan- ları olan Halî felerin seç iminden, sanat ve ticaret faaliyetlerine kadar her iş i ara- ları nda istiş are yaparak gerç ekleş tirmiş lerdir. Fikirlere son derece hü rmet edil- miş, fikrî ve idarî istibdada karş ı ç ı kı lmı ş tı r. Bedevi bir arab ve bir ev hanı mı bile devlet baş kanları na rahatlı kla fikirlerini ve tenkidlerini iletebilmiş tir.
|
|||||||
|