Хелпикс

Главная

Контакты

Случайная статья





Birinci Delil. Kalblerimizin, dininin üzerinde sabit kalması için Allaha yalvarırım.



Birinci Delil

 

Bu hususta bir örnek verelim:

Ben-i Huneyfekabilesi dinden dönenlerin en meşhuru ve en fenasıydı. Böyle olmalarına rağmen Kelime-i Şehadeti getirirler. Ezan okur Namaz kılarlardı. Meşhur Recal denilen mürtedle bir arada bulundukları, onun meclisine devam ettikleri için, yaptıkları ibadet (!) lerin Peygamber tarafından emredildiğini zannediyorlardı.

İşte böyle bir inanca saplanmış olan kimselere göre birisi İslâm dinini istihza (alay) konusu yapsa, üzerinde hiç bir İslâmı yaşantı görülmese de değilmi ki Kelime-i Tevhidi / La ilâhe illallah'ı söylüyor o, müslümandır.

Hayret! doğrusu.Böyle bir hükme en cahil insan bile varamaz.

Kalblerimizin, dininin üzerinde sabit kalması için Allaha yalvarırım.

 

  Fasıl 8: Bilinmesi Gerekli Önemli Bir Mesele  
     
  İkinci Delil  
     
  Raşit halifeler devrinde vukua gelen başka bir olaydan bahsedelim. Beni Huneyfekalıntısı bir grup insanMüseylemeden ayrılıp İslâma yeniden döndüler. Yaptıkları hatanın büyüklüğünü anladılar. Tevbe ettiler. Allah yolunda cihada kendilerini ve çoluk çocuklarını adadılar. Belki böyle yapmakla daha önce işledikleri günâhlarını affettirebilirlerdi. Çünkü Cenab-ı Allah: إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا "Ancak tevbe edip salih âmel işleyenler, işte Allah onların günâhlarını Hasenata çevirir."(Furkan: 25/70) "Yine şüphesiz ben tevbe ederek iman eden, salih âmel işleyen ve Hidayet yoluna salih olan kimselerin günâhlarını mağfiret edeceğim"buyurmaktadır. Bu ilâhi müjdelere ümit bağlayarak salih âmele başlayan bir grup bir gün Küfeye uğrar kendilerine ait toplandıkları bir yerleri vardı. Orada Beni Huneyfe mescidi namıyle anılan bir de mescit vardır. Akşam ile yatsı namazı arasında müslümanlardan başka bir grup oraya uğrar ve orada konuşulanlara kulak misafiri olur. Aralarında Müseylemenin doğru yolda olduğu, onun yolunda gidenlerin çoğunlukta olduğu söylendiğine şahit olurlar, söylenenlere karşı hiç bir tepkinin baş göstermediği ve herkesin sustuğu görülür. Orada bulunan bazı müslümanlar durumu Abdullah bin Mesud radıyallahu anh'a iletirler. Abdullah bin Mesudradıyallahu anh da bu inançta olanların tevbe etmiş olsalar bile öldürülüp öldürülmeyecekleri hususunda Ashabı toplayarak onlarla müşavere etti. Ashab'ın bazısı tevbe teklifi yapılmadan öldürülmelerinin bazısı da tevbe teklifi yapıldıktan sonra tevbeye gelmeyenlerin öldürülmesi hususunda görüşlerini izah ettiler. İşte görülüyor ki; Beni Huneyfeden arta kalan bu grup birçok meşakkatli salih âmellere katlanmışlar küfürden ayrılarak İslâma dönmüşlerdi. Müseylemeyi övücü ve aralarında gizli olarak söyledikleri tek bir söz onların küfürde olduğunu ispatlamış oluyordu. Kelime-i Şehadetten sonra hiç bir İslâmi yaşantısı olmayan kimsenin müslümanlığına nasıl hükmedilebilir. Müseylemenin durumuyla ilgili bir söz söyleyen adam hakkındaki sahabenin icmai ile önceki görüş nasıl teklif edilebilir.(arasındaki farkı düşünün!) Şiir: "O şarka, sende garba yürüdün. Doğu ile batı arasında ne kadar fark vardır"   Rabbim! hakkında: مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَاراً فَلَمَّا أَضَاءتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لاَّ يُبْصِرُونَ "Onların durumu ateş yakan kimseye benzer. Ateş çevresini aydınlattığı zaman Allah onun ışığını giderdi ve karanlıklar içerisinde onları görmez bir vaziyette bıraktı." صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ "Onlar; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler."(Bakara: 2/17-18) buyurduğun kimselerden olmamdan sana sığınırım.  
  Fasıl 8: Bilinmesi Gerekli Önemli Bir Mesele  
     
  Üçüncü Delil  
     
  Raşit Halifeler devrinde vukua gelen başka bir olayda Ali bin Ebi Talibin kıssasıdır. Bugün en çirkin küfrün bataklığında bulunan bazı zındıkların Ali radiyallahu anh'a ilâhlık isnad ettikleri gibi, o gün de Ali radiyallahu anh'e ilâhlık isnad etmişlerdi. Önce Ali radiyallahu anh onları tevbeye davet etti. Tevbeye gelmediklerini gören Ali radiyallahu anh onlar için bir ateş Çukuru kazdırdı. Orayı odunla doldurtup odunlar tutuşturulduktan sonra onları diri diri yanan ateşin içine attırdı. Ateşe atılanların bir kısmı gece nafile namazları kılan gündüz oruçlu olarak vakit geçiren ve Ashaptan olduğu ve öğrendiği şekilde Kuran'da okuyorlardı. Ali radiyallahu anh hakkındaki bu yersiz ve aşırı düşüncelerin nedeni ile diri olarak ateşe atılmışlardı. Sahabe ve bütün ilim ehli onların küfürde olduklarına dair hükümde icma etmişlerdir. İşte açık olarak bu görüşü savunan kimselerin İslâm dinini inkâr ettiklerini itiraf etmişlerdi. Bilindiği gibi Yahudi ve Hristiyan kâfirlerin öldürülmesini emreden Cenab-ı Allah, onların ateşte yakılmalarını caiz görmez. Görülüyor ki bu sapıklık içerisinde olanların küfrü yahudi ve hristiyanlarınkinden daha şiddetlidir. Bunların cinayetleri her hangi bir günâha benzemiyor. Bir kısmının cinayeti "uluhiyet"isnadıdır. Yine bir kısmının ki peygamberlik ("Nübüvvet") iddiası ve peygamberlik isnadıdır. Bu cinayetlerle İslâm dininin temeli / aslı olan şehadetlerin anlamına ters düşüldüğü anlaşılmış oluyor.  
  Fasıl 8: Bilinmesi Gerekli Önemli Bir Mesele  
     
  Dördüncü Delil  
     
  Yine Sahabe devrinden Muhtar bin Ebi Ubeyd El - Sekafi'nin kıssasıdır. Muhtar,Abdullah bin Ömer radiyallahu anh'in, zevcesi tarafından akrabasıdır. Görünüşü temiz bir insan tipini veriyordu. Irakta Hüseyn radiyallahu anh'in ve Ehli Beytin kanını dâva ederek meydana çıkmıştı. İbn-i Ziyad'ı öldürmüştü. Muhtar ve taraftarları İbn-i Ziyad'ın zulmüne uğramış Ehli Beytin akıtılan kan dâvasını ileri sürerek bütün Irak'ı istilâ ettiler. Görünüşte İslâm'ın gereklerini yerine getirdiklerini izhar edip İbn-i Mesud radiyallahu anh'in ashabından kadı ve imamlar tayin ettiler. Muhtar'ın kendisi de halka Cuma ve diğer vakit namazlarını kıldırırdı. Son zamanlarda kendisine vahyin geldiğini iddia etmeye başladı. Abdullah İbn-i Zübeyr radiyallahu anh üzerine bir ordu göndererek kendisini öldürüp askerlerini hezimete uğratmıştı. Ordu kumandanı Zübeyr oğlu Musab radiyallahu anhidi. Hanımı bir sahabinin kızıydı. O da Muhtara inanmıştı. Musab, bu yanlış olan düşünceden vazgeçmesini teklif etti. Fakat kadın kocasının bu teklifini reddetti. Bunun üzerine Musab, kardeşi Abdullah'a bu hususu bir mektupla bildirdi. Ne yapacağını sordu. Kardeşi Abdullah ona, içinde bulunduğu durumdan tevbe etmediği takdirde öldürülmesinin gerekli olduğunu yazdı. Kadın Musab'ın yaptığı teklifi reddedince Musab tarafından öldürüldü. Bütün İslâm âlimleriMuhtar-ı Sekafi'nin kâfir olduğunda icma etmişlerdir. Çünkü Muhtar "Nübüvvet" yani peygamberlik iddia ediyordu. Muhtar-ı Sekafiyi tekfir etmeyen bir sahabi kızını öldüren sahabenin durumu ile; halleriyle küfür içinde yaşayanları tekfir etmeyenlerin durumu, nasıl bağdaşır. Onlar apaçık küfrü savunurlarken kendilerine İslâm yaftası / etiketi yapıştıranların halini düşünmek gerek. Rabbimiz, günâhlarımızdan affımızı isteriz.  
     
  Fasıl 8: Bilinmesi Gerekli Önemli Bir Mesele  
     
  Beşinci Delil  
     
  Tabiin devrinden el-Ca’d bin Dirhem olayı. Bu adam ibadet ve bilgice insanların çoğundan üstündü. Bu adam ibadet ve ilmiyle şöhret yapmış yalnız Allah'ın sıfatlarından birini inkâr etmişti. Bu inkârı halk arasında yayılmış değildi. Hemen hemen gizli diyebileceğimiz bir nitelikte idi. Buna rağmen bir Kurban bayramı günü, A. Hâlid b. Abdullah el-Kasrî; Ca'd'ı cemaat huzuruna çıkararak: "Ey nas, bu adam Allah-u Teâlâ'nın İbrahim aleyhisselam'ı dost edinmediğini, Musa aleyhisselam ile konuşmadığını ileri sürmektedir. Bundan dolayı ben bu adamı Allah rızası için keseceğim. Allah keseceğiniz kurbanları kabul etsin"dedikten sonra kürsüden iner ve Ca'd'ı keser. Bu olaya tanık olan âlimlerden hiç biri bu harekete karşı çıkmamışlardı.İbn-i Kayyim el-Cevziyye, bu olaya şahid olanların mezkûr hareketi tasvip ettiklerini zikreder. Bu konuda bir şiir irad etmiştir. (İbn-i-Kayyim (Allah kendisine rahmet etsin) "en-Nûniyye" adlı eserinde bu konuda şöyle diyor: Bundan dolayı Ca’d’ı kurban etti, Kurbanların kesildiği gün (Hâlid) el-Kasrî. Çünkü O, demişti ki: İbrahim Allah’ın dostu değildir. Hayır! Mûsâ’da Allah’ın kendisiyle konuşup O’na yaklaştığı değildir. Her sünnet sahibi, bu kurbana teşekkür etti. Senin ecrin Allah’a aittir ey kurban kardeşim!) Sahabeden ilim tahsil etmiş ibadet ve ilmiyle şöhretli bir kişinin öldürülmesine karar veren âlimlerin durumu ile, açıktan Allah düşmanlığı yapanların inancı arasındaki farkı düşünün!  
     
  Fasıl 8: Bilinmesi Gerekli Önemli Bir Mesele  
     
  Altıncı Delil  
     
  Beni Ubeyd El - Kaddah olayı ; Bunlar Hicretin üçüncü yüzyılın başında meydana çıkmışlardır.Ubeydullah kendisinin Aliradiyallahu anh'in akrabası ve Fatımaradiyallahu anh'ın neslinden geldiğini iddia edip Allah yolunda cihad ve taat ehlinin kisvesiyle ortaya çıkar. Kendisini halka salih ve muttaki bir kimse olarak tanıtır. Mağrip yerlilerinden Berberi kavmi ona tabi olur. Böylece Berberi kavmi arasında büyük bir ün ve şöhrete kavuşur. Bu şöhret kendisinden sonra gelen evlâdında da devam etti.   Daha sonra Mısır ve Şam'a hâkim oldular. İslâmı emirleri uygular göründüler. Cuma ve cemaatle namazı ancak onlar kıldırıyorlardı.(Cuma namazını ve cemaat namazını zahiren kılmaktaydılar)Kadı ve müftüleri onlar tayin ediyorlardı. (Müftüler, halk arasındaki ihtilafları çözmek için İslam’a göre hükmeden kadılar tayin ediyorlardı.)Bu hizmetleriyle beraber ne yazık ki şirk ve şeriata muhalefeti de yayıyorlardı.(şirk işlemişler ve İslam şeriatine muhalif hareketlerde bulunmuşlardı)Böylece onların nifak ve küfrünü gösteren bir çok deliller meydana çıktı. İlim ehli (bütün alimler); onların kâfir olduklarına, İslâmi şeairi(namaz, hac, oruç, zekat gibi İslam şiarlarını)zahiren yaşamalarına rağmen ülkelerinin Dar'ul harp olduğuna hükmetmiş ve bu hususta ittifak meydana getirmişler(icma etmişler) di. Mısırda bir çok âlim onların icat ettikleri küfre girmemişler ve onu benimsememişlerdi. Anlattığımız gibi âlimler bunların küfür içerisinde olduklarına icma etmişlerdir. Hatta ittikası(takvası)ile bilinen ilim ehlinin büyüklerinin bazıları: "Eğer benim on tane okum olsa onlardan bir tanesini muharip hıristiyanlara, diğer dokuzunu Beni Ubeyd'e atacağım" demişlerdir.   Sultan Mahmut bin Zengi devrinde Beni Ubeydeye Salahaddin Eyyübi'nin kumandasında büyük bir ordu gönderilir. Mısırı onları elinden alırlar. Mısırda yaşayan sayısız salih müslümanın durumuna bakmadan cihadlarına devam etmişlerdir. Sultan Mahmut bin Zengi Mısırı feth edince müslümanlar büyük sevince gark olmuşlardır.İbn-i Cevzi "El-Nasr Ala Mısır" isimli bir kitap yazmıştır. Bu konuda dış görünüşü ile İslâm'ın bir çok emirlerini yerine getirmelerine rağmen bir çok âlim ve kelâmcılar onların küfürde olduklarına dair kitaplar yazmışlardır. İşte bu olay ve buna ait âlimlerin görüşü ile bugünkü Bedevi halkın yaşantısı arasında ilgiye dikkat etmemiz lâzımdır. Biz biliyoruz ki Bedevilerin("lâ ilâhe illallah")sözünden başka İslâma ait hiç bir şeyleri yoktur. Yerine göre İslâm'ın temel prensiplerine karşı gelmekte hiç bir mahsur görmeyen bu tip insanların, kâfir olabilmeleri için Yahudi ve Hristiyanlığa geçmeleri mi gerekir? Bir adam Allahın ve Resulünün, âlimlerin üzerinde icma ettikleri hususlara inanıp, bu arada babaların yolundan ayrılıp ve Allah'a ve indirdiğine halis bir şekilde inanırsa / iman ederse ona müjdeler olsun.  
     
  Yedinci Delil -Tatar Olayı-  
     
  Tatar Olayı Tatarlar müslümanlara yapabildiklerini yaptılar. Bunlar İslam ülkelerine yerleşmiş ve İslâmiyeti öğrenmiş beğenmiş ve müslüm olmuşlardı. Fakat İslâm'ın emirlerini yerine getirmedikleri gibi ondan ayrıldıklarını belgeleyen bir çok faaliyetlerde bulunmuşlardı. Bunlarda Bedeviler gibi olmamakla beraber kelime-i şehadeti getirir beş vakit namaz, cuma ve cemaate devam ederlerdi. Fakat bu hallerine rağmen İslâm âlimleri onların küfürde olduklarını belirtmişler ve onlarla savaşmışlardır. Bu savaş onların İslâm ülkelerinden uzaklaştırılmasına kadar devam etti.  
  Fasıl 9 -Sonuç-  
     
  Sapıklıkta devam edenlerin huzurunda dağları birbirleriyle boynuzlaşsalar da yine ibret alamazlar. Hükümdar ve kadılar arasında vukua gelen olayları İslâmın dış görüşüne riayet edip küfrü gerektiren bir çok işler peşinde koşanların halkı öldürüldüklerini, bu öldürülenler arasında çok büyük âlim, Hallaç ve benzerleri gibi zahirde zahit ve abidlerde vardır. Ayrıca küfür damgasını yiyip öldürülenlerden Fakih ve yazarlarda mevcuttur. Fakih Ammare bunlardandır.  
     
  İşte bunların hepsini anlatmaya kalkışırsak ciltlerle kitap yazmamız gerekir. Bu küfre kayanlar arasında gördüklerimden ve okuduklarımdan hiç birinin küfrü"lâ ilâhe illallah" deyip İslâm'ın başka prensiplerine riayet ve kabul etmeyen Bedevilerin ki kadar değildir. ("Necid halkının Muhammed bin Abdulvehhab'ın davetinden önceki durumu kast ediliyor." ) Halbuki bunların ellerindeki kitaplarda İslâmdan dönenlerle ilgili bir çok ilgili meseleler mevcuttur. Bunlar bu kitapları biliyor ve onlarla amel ediyorlar zannındalar. Hayret! Sağ elle yemek yemeyi inkâr eden sabah namazının sünnetini ve vitir namazını inkâr eden kâfir oluyor da, bütün İslâmiyeti inkâr eden onu yalanlayıp İslâmiyete inananı istihza (alay) konusu yapan kimse"lâ ilahe illallah"dediği müddetçe müslüman kardeşindir dedikleri halde bunlar kalkıp bizi kanı ve malı helâl kâfirler sınıfından addederler. Halbuki bizde "lâ ilahe illallah"diyoruz. Bize ne diye kâfir diyorsunuz? dediğimizde onlar: Müslümanı tekfir eden kâfir olur. Cevabını verirler. Sadece bununla iktifa etmezler. Daha da ileri giderek bizimle ahitleşen kimselerin ahitlerinden dönmelerinde büyük sevap olduğunu birisinin yanında bize ait bir emanet veya yetim malı varsa o emanetimizi yemelerinin yetim malı olsa da caiz olacağına dair fetva verirler. Davetini yaptığımız"tevhid akidesi"nin peygamberlerin (nebi ve rasullerin) yolu olduğunu, halkı kendisinden kaçındırdığımız / sakındırdığımız "Şirk"inde peygamberlerin (nebi ve rasullerin) insanları ondan kaçındırdıkları / sakındırdıklarını, bildikleri halde; bizimle savaşan Dehham bin Devvasa ve benzerlerine yazdıkları mektuplarda savaşları tebrik ediliyor ve onlara peygamberlerin makamı veriliyor. Hayret! Fakat bu Allah-u Teâlâ'nın büyük bir imtihanıdır. Bunu anlamayanlar nefislerine ağlaşırlar.  
     
  Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Nesebi  
     
  Adnan oğlu Ma'ad oğlu Nızar oğlu Mudar bin İlyas oğlu Müdrike Huzeyme oğlu Kinane oğlu Nadr oğlu Malik oğlu Fihr oğlu Galib oğlu Lüey oğlu Ka'b oğlu Murre oğlu Kilab oğlu Kusay oğlu Abdi Menaf oğlu Haşim oğlu Abdulmuttalib oğlu Abdullah. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in buraya kadar olan nesebi sabit olarak bilinir. Adnan'dan yukarıya doğru olan da ihtilâf vardır. Şu bir hakikattir ki Adnan İsmail aleyhisselâm'ın torunlarındandır. İsmail aleyhisselâm en doğru görüşe göre İbrahim aleyhisselâm'ın kurban edilmek istenen oğludur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Fil yılında Mekkede doğduğunda ihtilâf yoktur. Fil olayı Allah-u Teâlâ'nın kendi peygamberi için vukua getirdiği bir ön haberdir. Fil ashabının bağlı bulundukları din Mekke ehlinin üzerinde bulundukları dinden daha hayırlı idi. Çünkü onlar kitap ehli idiler. Mekkeliler ise putlara tapıyorlardı. Cenab-ı Allah, Kâbenin şerefini yükseltmek için, sonradan Mekkeden Kureyş kabilesinin çıkaracağı peygamberin gelişine bir işaret olarak hiç bir beşerin müdehalesi olmadan oranın halkına yapmış olduğu bir yardımıdır.  
  Fil Olayı  
     
  Muhammed bin İshak'ın anlattığına göre; fil olayı şu şekilde cereyan etmiştir; Sabah oğlu Ebraha Habeş Meliki Necaşinin Yemendeki valisi idi. Hac mevsiminde halkın Mekkeye akın edip gittiğini görür. Sonrada bir kilise yaptırır. Necaşiye: "Ben misli yapılmamış bir kilise inşa ettirdim. Bu uğurda Arap hacılarını kiliseyi ziyarete getirinceye kadar uğraşacağım" diye yazmıştır. Beni Kinane den bir adam Ebrehenin bu çalışmasını işitir. Geceleyin kiliseye girerek kıble duvarını pislikle sıvar. Sabahleyin Ebraha bu işi işleyen kimseyi araştırır. Kureyşli bir adamın bu işi yaptığını söylediler. Bunun üzerine Ebraha Kâbeye gidip onu yıkacağına dair söz vererek yemin etti. Bu hususu Habeş Kralı Necaşiye yazdı. Bu işi gerçekleştirmek için bir filide kendisine göndermesini istedi. Fil benzeri görülmemiş büyüklük ve güçte idi. Necaşi Ebrahaya fili gönderdi. Ebraha Mekkeye doğru yola çıktı. Araplar Ebrahanın büyük bir orduyla gelişini büyük bir şaşkınlıkla işittiler. Ebrahaya karşı savaş yapmalarına karar verdiler. Önce Yemen kralı Zunefer ordusuyla Ebrahaya karşı savaşa girer. Ebraha, onun ordusunu yener ve kendisini de esir eder. Ebraha aslında yumuşak huylu biri idi ordusuyla beraber yola devam edip giderken Hasham mevkine gelince Hubeyip oğlu Nufeyl ve onunla bir çok arap kabileleri birleşerek savaşa çıkarlar. Ebraha bunları da yener. Nufeyli yakalatıp huzuruna getirir. Nufeyl ona: Ben Arap ülkesini iyi bilirim sana bu hususta delil olabilirim. Ben ve kavmim sana teslim olduk. Beni öldürmeyip yaşatırsan senin için hayırlı olur dedi. Nufeyl Ebrahaya yol gösterdi. Taife uğradıklarında Muteboğlu Mesud ve Sahif kabilesinden bir gurup kişi Ebrahayı karşılar ve: Ey melik biz senin kullarınız, sana yol göstermek için adam temin edelim. Dediler. Köleleri Eburiğalı yol göstermek üzere Ebraha'nın emrine verdiler. Muğan mesnedilen yere geldiklerinde Eburiğal ölür. Bu gün hâlâ kabri turlanır. Ebraha Habeşli Esved bin Maksudu halkın malını yağma etmek için öncü olarak gönderir. Esved bütün Mekkelilerin mallarını toplar. Bu arada Abdulmuttalibin ikiyüz devesini de gasbetti. Ebraha Hümeyr kabilesinden bir adamı Mekkelilere gönderip kendisinin savaş için gelmediğini, Kâbeyi yıkmağa geldiğini bildirir. Gönderilen adam bu haberi Abdulmuttalibe tebliğ eder. Abdulmuttalib: "bizim ona gücümüz yetmez. İşte kendisi ve işte Kabe. Kabe Allah'ın ve dostu İbrahimin evidir. Engel olacak, yıkılmasına fırsatı o vermezse vermez. Eğer Allah, Kâbeyi yıkmanıza mani olmazsa bizim engel olmaya gücümüz yoktur." Abdulmuttalib Melike götürülmesini söyledi. Ebrahanın esir aldığı Yemen Meliki Zunefer Abdulmuttalibin sadık dostu idi. Öncü onun yanına varıp felâkete çare bulmak için ondan yardım diledi. Zunefer: "Akşam sabah öldürülebilir ihtimali içerisinde yaşayan bir esirin ne yardım yapabileceğini söyledi. Zunefer Dostum seni Uneyse göndereyim o Melikin yanında söz sırasında seni medhetsin ve şansını yüceltsin"dedi. Abdulmuttalibi dostu Uneyse gönderdi. Uneys Ebrahanın huzuruna girip ona: "Kureyş kabilesinin büyüğü ve ileri geleni huzurunuza gelmek istiyor. O adam size karşı değildir. Ona izin vermenizi diliyorum"dedi. Abdulmuttalib iri yarı güzel görünüşlüydü. Ebraha onu görünce hürmet ve ikram etmeye başladı. Abdulmuttalibin yerde, kendisinin de koltukta oturmasını uygun görmeyerek, onu da yanına çağırdı ve beraberce koltuğa oturdular. Abdulmuttalib çalınmış ikiyüz tane devesinin iadesini Ebrahadan diledi. Tercüman aracılığıyle Ebraha, ona: "İlk seni gördüğümde seni gerçekten akıllı bir adam sanmıştım, meğer öyle değilmiş"dedi. Abdulmuttalib "Niçin" dedi. Ebraha: "Ben geçmişiniz ve sizin dininiz olan, namusunuz mevkiinde olan Kâbeyi yıkmaya geliyorum, bu konuda bir şeyler diyeceğin yerde ikiyüz deveni benden istiyorsun"deyince Abdulmuttalib: "Ben develerin sahibiyim, Kâbenin kendine ait bir sahibi vardır. O seni engelleyecektir"dedi. İşte sen ve Kabe deyip develerini alıp gitti. Mekkeye avdet eden Abdulmuttalib. Kureyşe haber gönderip, Ebrahanın gelen ordusu korkusundan ve onun yapacağı tahribattan kurtulmak için dağlara çıktı. Abdulmuttalib ise Kâbeye gelerek kapısının halkasına yapışıp şöyle dedi: "Allah'ım onlar için senden başkasına dua etmiyorum. Rabbim Kâbeyi onlardan koru evinin düşmanı sana düşman olandır. Yurdunu tahrip etmekten onları alıkoy"dedi. Abdulmuttalib yine: "Allah'ım kişi kendi bileğini ve yurdunu başkasının hücumundan koruduğu gibi sende kendi yurdunu koru"dedi. Allahım! "Onların Hacı üstün gelmesin, Senin ehlini yok etmek için ordu ve fil bir geldi. Eğer onları ve kâbenizi bırakırsan hüküm sana aittir"dedikten sonra kavmini çeşitli yönlere yöneltip kendisi de kâbeden ayrılıp, bir tarafa yöneldi. Ebraha Mugammes denilen mevkiye gelince Kâbeye giriş için ordusunu ve fili hazırladı. Nüfeyl filin yanına gelip kuyruğundan tuttuktan sonra; "Ey fil çök, burası Allah'ın Haram bölgesidir"der demez fil hemen yere çöker. Fili ne kadar kaldırmaya uğraşırlarsa bir türlü muvaffak olamazlar. Fili Yemen tarafına döndürürler. Fil o yana dönünce kalkar ve koşmaya başlar. Kam tarafına döndürürler, yine o şekilde koşar. Fakat Kâbeye çevirdiklerinde yine önceki gibi çöküverir. Nüfeyl süratle dağa çıkar. Bu arada Cenab-ı Allah deniz tarafından kuşlar gönderir. Her kuş beraberinde ikisi ayaklarında, biri de ağızında olmak üzere üç taş taşıyordu. Ordunun üzerinden uçan bu kuşların taşından isabet olan her asker helak oluyordu. Bütün ordu bu taşlardan isabet almadı. Bir kısmı o durumdan çıkıp, Yemen yolunu sormak için Nüfeyli aradı. Askerler birbirine düştüler. Yollara düştüler, adeta ne yapacaklarını şaşırdılar. Taşların isabet ettiği herkes yollara seriliyordu. Allah-u Teâlâ Ebrahanın vücuduna bir hastalık vererek vücudu parça parça erimeye ve düşmeye başladı. Sanaya gidinceye kadar bir kuş kadar canı kaldı. Göğsü yarılıp kalbi dışarı çıktıktan sonra öldü.  
  Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Babası Abdullah'ın Ölümü  
     
  Allah Resulünün Siretine Dönelim Babası Abdullah'ın ölümü: Babası Abdullah'ın vefat tarihi kati olarak bilinmemektedir. Peygamberimizin doğumundan sonramı veya öncemi vefat ettiğini de kesinlik olmamakla beraber, ekseriyete göre dünyaya teşrif etmeden önce babasının öldüğüdür. Annesinin, Mekke ile Medine arasında Ebva denilen yerde vefat ettiğinde ihtilâf yoktur. Daha altı yaşını tamamlamamış bir yaşta Halasının ziyaretinden dönerken Ebva mevkiinde Annesi Amine'yi kaybetmiştir. Yalnız kalan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, dedesi Abdulmuttalib himayesine aldı Abdulmuttalib çocuklarına göstermediği şefkati ona gösterdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dedesinden hiç ayrılmaz. Çocuklarından hiç biri Abdulmuttalib'in döşeğine oturmak cesaretini gösteremezken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem otururdu. Ben-i Müdlicten bir kafile Mekkeye gelmişti. Allah Resulünü gördüklerinde orada bir takım alametler sezip, dedesine onu koruma ve muhafazasını istediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sekiz yaşında iken dedesi Abdulmuttalib vefat etti. Himayesini Ebu Talib'e havale etmişti. Denilir ki AbdulmuttalibRasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i Ebu Talib'e vasiyet ederken: "Ey Abd-i Menaf benden sonra sana birini vasiyet ediyorum. Bütün şefkatiyle yavrusunu himaye eden bir anne gibi davranırdım ona. Sende çocuklarım arasında bu işte en fazla kendisinden ümit edilensin"dediği nakledilir.  


  

© helpiks.su При использовании или копировании материалов прямая ссылка на сайт обязательна.