Хелпикс

Главная

Контакты

Случайная статья





Acirc;dem Aleyhisselâm



Âdem Aleyhisselâm

 

Âdem aleyhisselam ve şeytanın hikâyesine ait Allah'ın kendi kitabında zikrettiği pek fazla değildir. Fakat zürriyeti'nin öyküsü!...

İlk olarak Allah-u Teâlâ Âdem aleyhisselam'ın sulbünden nesil olarak insanları çıkardı ve onlarla, kendisine hiç bir şeyi ortak koşmayacaklarına dair anlaşma yaptı.

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ

"Hani Rabbin beni Âdemden, bellerinden zürriyetlerini alıp ta onları nefislerine karşı şâhid tutarak "Rabbiniz değilmiyim" diye şâhid tuttuğu vakit, Evet Rabbimizsin" şahidiz derler." (Araf: 7/172)

Âdem aleyhisselam kendi nesli arasında Peygamberleri, yıldızlar gibi ışık kaynağı halinde gördü. Bunların arasında da en nurlu birini gördü. Kim olduğunu sordu ona; sorulanın Davut aleyhisselam olduğu bildirildi. Allah'a onun ömründen sordu, 60 yıl olduğu cevabını alınca "ona ömrümden 40 seneyi bağışladım" dedi. Âdemin ömrü bin sene idi. Âdem aleyhisselam neslinin arasında kör, uyuz ve daha bir çok hastalıklara müptela olanları da gördü.

Âdem aleyhisselam: "Bunları neden aynı seviyede yaratmadın Rabbim"deyince,

Allah-u Teâlâ: "Ben şükredilmek istiyorum"buyurdu.

Âdemin bin senelik ömrü geçip 40 senesi kalınca, ona ölüm meleği gelir. Âdem aleyhisselam"Daha 40 sene ömrüm var" der. Ölüm meleği "sen onu Davut oğluna hibe ettin"der. Böylece ilk unutan Âdem aleyhisselam oldu Nesli de unuttu, biran için gaflet etti, nesli de gaflet etti.

 

  Nuh Aleyhisselâm  
     
  Âdem aleyhisselam öldüğünde çocukları kendisinden sonra babalarının dinî olan İslâm dinî üzerinde on yüzyıl yaşadılar. Daha sonra inançsızlığa daldılar. Sapmalarına neden Allah'ın: "İlâhlarınızı terk etmeyiniz. Veddi de suvaı yagusu yeuk ve nesride terk etmeyiniz dediler" (Mearic 70/23) âyetinde zikrettiği gibi iyi kimselerin sevilmesindeki aşırılıktır. Evet bu 5 kişi insanlığı doğru yola çağıran kötülüklerden kaçındıran kimselerdi. Öldüklerinde arkadaşları onlardan sonra dinin elden gideceği ve yok olacağı korkusuna kapılarak, bu 5 iyi insanın sözlerini ve işlerini hatırlamak için heykellerini diktiler. Bu heykellere baktıkça öğütlerini hatırlayacaklar; böylece dinin devamlılığını sağlamış olacaklardı. İlk zamanlarda halk heykeli dikilen 5 kişiye ibadet niyetiyle tazim ve hürmet etmiyordu. Daha sonra yavaş yavaş heykellere fazla saygı gösterilmeye başlandı; fakat bu saygı da tapınma derecesine varmamıştı. Üzerinden uzun zaman geçince, ilim adamları dünyadan göçüp yer yüzü âlimlerden hali kalınca, şeytan cahillerin kalbine: "Bu iyi insanlar Allahın katında şefaatçi olabilirler, bunların şefaatini temin için heykellerini dikelim."tavizini vererek, zamanla halkın putlara tapmasını temin etmiş. Bu sapıklığa düşen insanlığa, Allah-u Teâlâ değişmeden önceki hali ile Âdem oğullarının dinine bu sapıkları yeniden çevirmek için elçisi Nuh aleyhisselam'ı gönderdi. Bunların hikâyesini Allah-u Teâlâ kendi kitabında şöyle bildirir: Tufandan sonra Nuh aleyhisselam ve Gemide kalanlar yeryüzüne inerek yeri işlemeye başladılar. Bu işleyişlerinden büyük bir nasip aldılar ve yeryüzüne miktarını bilmediğimiz bir müddet daha İslâm dinini yaşayarak kabileler halinde yayıldılar. Sonra şirk meydana çıktı. Yine Allah-u Teâlâ şirki yok etmek için Peygamberler gönderdi. Zaten hiç bir topluluk yoktur ki, Allah'ın bir olduğunu(tevhidi)anlatan ve şirkden uzaklaştıran bir peygamberi(rasulü) Allah onlara göndermemiş olsun. وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ "Muhakkak ki her ümmete; "Allah'a ibadet edin ve taguttan kaçının"(desinler) diye bir Rasul gönderdik."(Nahl: 16/36) ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَا كُلَّ مَا جَاء أُمَّةً رَّسُولُهَا كَذَّبُوهُ فَأَتْبَعْنَا بَعْضَهُم بَعْضًا وَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ فَبُعْدًا لِّقَوْمٍ لَّا يُؤْمِنُونَ "Sonra biz elçilerimizi arka arkaya gönderdik. Her ümmete Peygamber geldikçe, onu yalanladılar."(Mü'minun: 23/44) Şuarâ süresindeki kıssa Âyette; "Benim yoluma uyan sapmaz ve bedbahta olmayacaktır." anlatılırken; her bir kıssanın bitiminde; إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ "Şüphesiz bunda bir âyet vardır, halbuki onların çoğu iman etmiyorlar" (Şuara: 26/67) buyrulur. Allah-u Teâlâ bizim faydalanmamız için bunları anlatmaktadır. لَقَدْ كَانَ فِي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِّأُوْلِي الأَلْبَابِ مَا كَانَ حَدِيثًا يُفْتَرَى وَلَـكِن تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ "Akıl sahipleri için Peygamberlerin öykülerinden alınacak ibretler vardır, bunlar uydurulmuş sözler değildir" buyrulur. (Yusuf: 12/111) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem devrinde ümmetin hoşa gitmeyen işleri karşısında Allah-u Teâlâ: أَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ إِبْرَاهِيمَ وِأَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِ أَتَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانَ اللّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَـكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ "Onlara, öncekilerin yani Nuh kavminin, Ad, Semud ve İbrahim kavminin, Medyen asabının haberi ulaşmadı mı?" buyurur. (Tevbe: 9/70) Allah'ın bu buyruğu ile ümmet uyarılırdı. Peygamberimiz de ibret alsınlar diye durmadan önceki toplumların hayat hikâyelerini kendi ashabına anlatırdı. Resulü Ekremin yaşantısını ve kavmi ile olan geçmişlerini anlatmaya ve izaha çalışan ilim ehlinin bütün çabası ibret almaya yöneliktir. Sahabe'nin yaşantısı, onların inanmayanlarla olan mücadeleleri, onlardan sonra gelen âlimlerin durumlarını izah da; yine yanlış ve doğrunun bilinmesi için gösterilen gayretlerden ibarettir. Bununla beraber biz bir çok Peygamber ve ümmetlerinin durumlarını bilemiyoruz. Çünkü haberdar edilmedik.  
  Hud Aleyhisselâm  
     
  Öte yandan Kur'an, benzeri yaratılmamış yeryüzünün, en kuvvetli toplumu olan Âd kavmini haber vermiştir. Adı geçen kavme Allah-u Teâlâ Hud aleyhisselam'ı gönderdi. Bunların da hayat hikâyelerinin bir kısmını kendi kitabında açıkça bildirdi. Hud aleyhisselam Ashabı arasında bir müddet tevhid inancı devam etti. Daha sonra bu inanç kalplerden silinip yerini şirke bıraktı. Tevhid akidesi süresini bilmediğimiz bir zamana kadar Salih Peygamberin ümmeti arasında da devam eti. Daha sonra İbrahim aleyhisselam gönderildi. O sırada yer yüzünde tek bir müslüman bulunuyordu. Her Peygamber gibi İbrahim aleyhisselam ile kavmi arasında mücadele başladı ve devam etti. İbrahim aleyhisselam'a karısı Sara inandı. Daha sonra Lut aleyhisselam da İbrahim aleyhisselam'a uydu. Bu kadar az olmalarına rağmen, Cenabı Allah onlara yardım etti. İbrahim aleyhisselam'ı insanlara önder kıldı. İbrahim aleyhisselam'ın gelişinden itibaren zürriyeti arasında tevhid akidesi kaybolmadan devam etti. Nitekim Allah-u Teâlâ : وَجَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً فِي عَقِبِهِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ "Belki dönerler diye o dini İbrahim'den sonra da devam ettirdi" buyurur. (Zuhruf: 43/28)  
  İbrahim Aleyhisselâm  
     
  Bu büyük önderin (İbrahim aleyhisselam'ın) hayatından bir nebze anlatalım. Hiç bir müslüman bunları bilmemezlik edemez.  
     
  Buharî'de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, İbrahim aleyhisselam'a âit sözlerinden birinde : "İbrahim üçten fazla yalan söylememiştir. İkisi Allah'ın Zâtına âit, diğeri Sara ile ilgili olandır. Çok güzel olan hanımı Sara'ya şöyle demişti. Bu zalim, eğer karım olduğunu bilirse, seni zorla benden alır. Sorduğunda benim kız kardeşim olduğunu söyle. Aslında İslâm'da kardeşimsin, yer yüzünde ikimizden başka inanmış hiç kimseyi bilmiyorum. İbrahim aleyhisselam zâlim hükümdarın ülkesine girince, onu hükümdarın adamları gördüler; hükümdara haber verdiler ve dediler ki; "Ülkene ancak sana yaraşır güzel bir kadın gelmiş bulunuyor." Zalim Padişah adamlarıyla sarayına Sarayı getirirken, İbrahim aleyhisselam namaza kalktı ve Allaha yalvardı. Huzuruna giren Sara'ya el uzatmak istediyse de, buna malik olamadı ve eli şiddetli bir şekilde kurudu. Bunu hisseden zâlim hükümdar; "Elimin açılması için Allaha dua et sana hiç zararım dokunmayacaktır" dedi. Allaha yalvaran Sara'nın duası neticesinde iyileşen hükümdar, tekrar elini uzatınca, bu sefer daha şiddetli bir şekilde sarsıldı ve eli cansız hale geldi. Yine aynı şekilde aralarında aynı konuşmalar geçti, tekrar kötü niyetini uygulamaya koyulan zalim, aynı akibete uğrayınca Sara'nın Allaha yalvarışı ile iyileşti ve Sara'yı getiren adama "sen bana insan değil bir şeytan getirmişsin alın bunu Ülkemden çıkarın" dedi. Sara getirildiği yere tekrar götürülürken Hacer isimli bir cariyeyi de beraberinde götürüyordu. İbrahim aleyhisselam Sara'nın geldiğini görünce Namazdan ayrıldı ve büyük bir heyecan içerisinde "ne haber?" diyerek durumdan haberdar olmak istedi Sara; hayırdır Allah, zalimin elini engelledi ve bir hizmetçi nasip etti" dedi.  
     
  Buhari'nin bir rivayetinde şöyle anlatılıyor; "Zalim hükümdar,İbrahim aleyhisselam'a yanındaki kadının kimliğinden sorduğu zaman İbrahim aleyhisselam onun kardeşi olduğunu söyledi ve Sara'ya kendisini yalanlamamasını söyledi. İbrahim, Sara'ya kardeşi olduğunu söyle diyerek; "Vallahi yer yüzünde ben ve senden başka inanmış hiç kimse yoktur" dedi. Daha sonra Sara zorbalar tarafından alınıp zalim hükümdara götürüldü. Hükümdar Sara'yı karşıladı. Sara abdest alıp namaz kılmağa başladı, ve; "Rabbim eğer ben sana ve Peygamberine iman etmiş isem, namusumu kocamdan başkasından korumam için, bu kafirin elini bana uzattırma" diyerek Allaha dua edince, zalim hükümdar yere yuvarlandı ve ayaklarıyla tepinmeye başladı, yerde tepinişini gören Sara; "Allah'ım eğer bu ölürse benim öldürdüğümü iddia ederler, dedi ayıkınca; etrafındakilere siz bana şeytanı getirmişsiniz, İbrahime onu geri götürün Haceri'de ona verin" dedi. Sara, İbrahim'e geri döndü ve ona; "işte Allah kâfiri nasıl rezil etti" dedi.  
     
  İbrahim aleyhisselam Irakta bulunuyordu orada kavmiyle yaptığı mücadeleden sonra Şam'a hicret etti, oraya yerleşti, ölünceye kadar orada kaldı. Hanımı Sara, zalim hükümdarın kendisine verdiği cariyeyi İbrahime hediye etti. İbrahim onunla evlendi, ondan İsmail aleyhisselam doğdu. Bir zaman sonra, Sara Haceri çekemez oldu Allah-u Teâlâ da İbrahime Hacer ve oğlunu evden uzaklaştırılmasını emretti. İlâhi emre uyarak Hacer ve oğlu İsmaili Mekkeye yerleştirmek üzere evden uzaklaştırdı. Daha sonra Cenabı Allah, İbrahim aleyhisselam'a Sara'dan İshak aleyhisselam nasip etti. Bu olayı, Meleklerin İbrahim aleyhisselam ve Sara'ya müjdelediklerini Cenabı Allah Kuran-ı Kerimde zikreder.  
     
  İbn-i Abbas'tan sahih olarak nakledildiğine göre: "İbrahim aleyhisselam ve kavmi arasındaki maceradan sonra, İsmail aleyhisselam ve annesini, Hacer'i yanlarında bir sahabe olduğu halde bulundukları ülkeden çıkarıp Mescidi haramın üst tarafında zemzem kuyusunun yanında bir ağacın altına yerleştirdi. İsmail'in annesi beraberindeki kapdan su içip oğluna süt temin ederdi. O gün Mekkede hiç bir kimse olmadığı gibi, su namına bir nesneyede rastlamak mümkün değildi. İbrahim aleyhisselam içinde hurma bulunan bir dağarcık ile yine içinde su bulunan bir kabı yanlarında bırakarak geri döndü, İsmail'in annesi İbrahimi Keda denilen mevkie gelinceye kadar izledi oraya geldiklerinde Hacer gitmekte olan kocasına; İbrahim, hiç bir kimsenin olmadığı bir vadide bizi bırakıp nereye gidiyorsun, diyerek bir kaç defa arkasından seslendi ise de İbrahim dönüp arkasına bakmayınca tekrar Hacer: "Allahmı böyle hareket etmeni emretti"dedi. İbrahim; evet bana böyle hareket etmemi Allah emretti deyince, Hacer; "O halde bize bir şey olmaz dedi."  
     
  Başka bir rivayette ise; Hacer İbrahim aleyhisselam'a bizi kime bırakıp gidiyorsun demiş İbrahim de "Allah'a"deyince; Hacer; "O halde ben razıyım" demiştir. Hacer geriye dönerken İbrahim de yoluna devam ediyor, Seniyye denilen mevkiye geldiğinde ellerini kaldırıp Allah'a şöyle dua etti. رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُواْ الصَّلاَةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ "Rabbimiz zürriyetimi evin olan Kabe mükkeremin yanına, ziraatin olmadığı bir vadiye dereye yerleştirdim. Rabbimiz; namaz kılmaları için insanların kalplerini onlara meylettir ve onlara meyveler ver ki şükrederler." (İbrahim: 14/37) Hacer kırbadan su içiyor, çocuğuna da süt veriyordu. Bir gün son kaptaki su bitince hem kendisi hem de İsmail susadılar. Oğlunun susamasına dayanamayıp ne yapacağını şaşıran Hacer oraya yakın olan Safa tepesine su arayamaya çıktı oradan su ve bir insanı bulmak ümidiyle vadiye ve etrafa baktı bir şey göremeyince Safa tepesinden vadiye indi ve gömleğinin ucunu kaldırarak yorgun bir insanın koşusuna benzer bir yürüyüş içerisinde vadiye ulaştı. Daha sonra oradan Merveye çıktı, yine bir şey görmek ümidiyle etrafı gözleriyle taradı. Hacer bu işi yedi kere arka arkaya yaptı. İbn-i Abbas'ın rivayetine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "işte insanların bugün Safa ve Merve arasında yaptığı sa'y bundan kalmadır"buyurmuşlardır. Hacer Safa ve Merve arasındaki sa'y'ı yaparken bir taraftan çocuğun durumunu görmek için ona koşuyordu. Yanından her gidişinde onu ölümle pençeleşir bir halde görüyordu. Hacer yerinde duramıyor, belki birini görürüm düşüncesiyle oradan ayrılıyor; Safaya çıkıyor, etrafa bakıp hiç kimseyi görmeyince tekrar safa tepesinden iniyordu. Bu hareketi yedi kere tekrarladığı sırada çocuğun yanına gelirken bir ses işiten Hacer; "Hayırlı birisi isen yardım et"dedi orada ayağıyla yeri eşen Cebrail aleyhisselamı gördü; birden bire suyun fışkırdığını görünce eşmeye başladı. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem; "Hacer Allah rahmet keşke zemzemi kendi halinde bıraksaydı ve avuçlamasaydı. O akar bir su haline gelirdi." buyurmuşlardır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hacer su kabına suyu avuçlarıyla doldurmaya başlarken bir taraftan içiyor ve çocuğunu emzirmeye koyuluyordu" buyurmuşlardır. Cebrail ona; suyun kaybolacağından korkma, burası Allah'ın evidir, bu evi bu çocuk ve babası yapacaktır. Allah kendi ehlini terketmez diyordu. Kabe yerden yüksek bir şekilde olduğu halde zamanla seller sağından ve solundan bir kısmını almış götürmüştü. Hacer ile İsmailin yalnızlıkları, Cürhüm kabilesinden bir grup insanın kendilerine ulaşıncaya kadar devam etti. Keda yolundan o tarafa yönelen Cürhüm'den bir grup, inen ve çıkan kuşları gördüler. "Bu kuşlar ancak suyun olduğu bir yerde dönerler. Biz bu vadiyi biliriz, buralarda su bulunmaz"dediler. Her şeye rağmen oraya birini gönderdiler. Gidenler gördükleri suyu kafileye haber verdiler. Bu su haberini işiten kafile oraya yöneldi ve yanına yerleşmesini sağlamak için İsmail'in annesinden izin istediler Hacer olumlu cevap verdi ve; "suda hak iddia etmeyeceksiniz"dedi. İbn-i Abbasa göre; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Zaten İsmail'in annesi oraya onların yerleşmesini istiyordu" buyurmuşlardır. Cürhümlüler çoluk çocuklarıyla beraber oraya yerleştiler. Bir müddet sonra çoğaldılar Bu arada İsmail de büyüyor, gençlik çağına doğru yol alıyordu. İsmail aleyhisselam Cürhümlülerden arapçanın en güzelini öğrendi. Güzelliği etrafa hayretler saçıyordu. Buluğa erdiğinde Cürhümlülerden bir kadınla evlendi. Bu sırada, Hacer Allah'ın rahmetine, ebedî âleme göç ediyor.  
     
  Bıraktıklarını kontrol için gelen İbrahim aleyhisselam evde İsmaili göremedi. Karısına İsmailin nerde olduğunu sordu. Ava çıktığını öğrenen İbrahim aleyhisselam, yaşayışlarından ve durumlarından sordu. İsmail aleyhisselam'ın hanımı; "durumlarının iyi olmadığını, dar bir yaşantı içerisinde olduklarını"şikâyet eder mahiyette anlattı. İbrahim aleyhisselam; "Kocan geldiğinde benden selâm söyle kapısının eşiğini bozsun, değiştirsin"dedi. İsmail geldiğinde eve birinin geldiğini anlar gibi;"bize gelen olmuş"dedi, karısı da geleni tarif ederek şöyle bir ihtiyar adam geldi; bizden seni sordu, daha sonra hal-ü vaktimizi ve geçimimizi sordu. Ben de fakirlik ve meşakkat içerisinde olduğumuzu söyledim. İsmail aleyhisselam; "sana hiç bir şeyi tavsiye etmedi mi?"dedi. Karısı; "Sana selâm söylememi ve kapımızın eşiğinin değiştirilmesini emretti"dedi. İsmail aleyhisselam; "Gelen babamdır, senden ayrılmamı emretmiş, babana gideceksin seni boşadım"dedi. İsmail aleyhisselam daha sonra yine Cürhümlülerden başka bir kadınla evlendi. Uzun bir zaman sonra İbrahim aleyhisselam yine bıraktıklarını kontrola gelir. Evden İsmaili sorar. Karısı ava gittiğini ifade eder. Sonra yemek ve içmek için eve davet eder. İbrahim aleyhisselam, "evde yiyecek ve içilecek neyiniz var"deyince, karısı; "yiyeceğimiz et içeceğimiz de sudur" dedi. İbrahim aleyhisselam; "yiyecek ve içeceklerini bol yap Rabbim"diye dua etti. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem; "Eğer o gün o evde bu iki şeyin dışında başka bir yiyecek olsaydı İbrahim ona da dua edecekti" buyurdular. İbrahim aleyhisselam durumlarından yaşantılarından sordu. Karısı; "Allaha hamdolsun durumumuz çok iyidir"diye karşılık verdiğinde İbrahim aleyhisselam; "Kocan gelirse benden selâm söyle, kapısının eşiğini sağlamlaştırsın onu sabit kılsın" dedi. Eve döndüğünde yine güzel yüzlü bir ihtiyarın geldiğini öğrenen İsmail aleyhisselam gelen yaşlının neler tavsiye ettiğini sordu. Karısı; "selâm söylediğini yaşantı ve durumlarından sorduğunu ve kapı eşiğinin sağlamlaştırmasını emrettiğini"anlattı. İsmail aleyhisselam karısına; "gelen ihtiyarın babası olduğunu eşiğin de kendisi olduğunu söyledi ve seni yanımda bırakmamı emretmiştir" dedi.  
     
  Yine bir gün İbrahim aleyhisselam oğlunu görmek için yola çıkar, yolda zemzem kuyusuna yakın bir ağacın altında okunu yontan İsmaili görür, İsmail aleyhisselam babasını görünce ayağa kalkar. Baba Oğul arasında seçmesi mûtad sevgi ve hürmet ifasından sonra; İbrahim aleyhisselam; "Allah bana bir iş emretti ne dersin"deyince; İsmail aleyhisselam; "Rabbinin sana olan emrini yerine getir" dedi. İbrahim aleyhisselam; "Bana yardım edecekmisin?" deyince; İsmail aleyhisselam; "Sana yardım ederim"dedi. Bundan sonra İbrahim aleyhisselam etrafına göre yüksekte olan tümseği işaret ederek; "Şurada bir ev yapmamı Allah bana emretti" dedi. Bundan sonra İsmail aleyhisselam taş getirdi, İbrahim aleyhisselam de getirilen taşları yerine koydu. Bina yükselince şu taş, yanı Hacer-ul-esved taşını getirdi ve yerine koydu, sonunda her ikisi de; "Rabbimiz bizden kabul buyur şüphesiz işten bilen sensin"diye dua ettiler.  
     
  İşte bundan sonra Kabe ve Mekkenin idaresi İsmail aleyhisselam'a, ondan sonra çocuklarına verildi. Zamanla İsmail aleyhisselam'ın nesli Mekkede çoğaldı. Bu nesil asırlarca İbrahim ve İsmailin dini olan İslâm dininde kaldılar. Son devirlere kadar böyle devam eti. Amr Bin Luhayy denilen kişi meydana çıkıp Şirki icat etti. Böylece İbrahimin dinini de değiştirdi. İlerde buna ait hikâye kısaca anlatılacak. İbrahim aleyhisselam'ın ikinci oğlu İshak Şam'da yaşamıştır zürriyeti iki gruba ayrılır: 1 -İsrail oğulları, 2 -Rumlar İsrail oğullarının babası İshak'ın oğlu Yakup aleyhisselam'dır. Yakup İsrail demektir. Rumların babaları ise; yine, İshak'ın oğlu Aystır. Allah'ın İbrahim aleyhisselam'a yapmış olduğu iyiliklerin belki de en önemlisi, İbrahim aleyhisselam'ın kendisinden sonra gelen bütün peygamberleri onun zürriyetinden göndermiş olmasıdır. Bu hususta Allah-u Teâlâ; "Onun zürriyetine Peygamberlik ve kitap verdik"(Ankebut: 29/27) buyurmuştur. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem hariç diğer bütün peygamberler İshak aleyhisselam'ın neslindendir. Cenab-ı Allah Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'i bütün âleme, İsmail aleyhisselam'ın neslinden göndermiştir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'den önce bir çok peygamberler özel bir kavme gönderildi, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bir çok özellikleriyle Allah tarafından bütün peygamberlere üstün kılmıştır.  
     
  İbrahim Aleyhisselam'ın Dinini Değiştiren, Şirki Ortaya Atan Luhayy Oğlu Amr  
     
  İbrahim aleyhisselam'ın dinini değiştiren, şirki ortaya atan Luhayy oğlu Amre gelelim: Bu adam ilk devirlerinde iyilik ve doğruluk ortamı içerisinde yetişti. Dine çok bağlıydı. İnsanlar bu özelliklerinden dolayı onu sevdiler ve ona yaklaştılar. Halkın bu sevgisi onu başlarına Melik yapmalarına vesile oldu. Mekke ve Kâbenin idaresi onun eline geçti. Halk buna en büyük Alim ve en üstün Evliya nazariyle! bakıyordu. Daha sonra Şam'a gitti. Oradaki halkın putlara taptığını gördü. Halkın putlara ibadet etmelerini güzel bir şey olarak telakki etti. Böyle bir kanaata varmasına neden de, Şam'ın Peygamber ve ilahî kitapların indiği bir mahal oluşudur. Bundan dolayı oradaki insanların Hicazlılardan ve diğer insanlardan üstün olacakları düşüncesine dayalıydı. Luhayy oğlu AmrMekkeye, beraberinde Hubel putunu getirerek döndü. Bu getirdiği Hubel putunu Kâbenin ortasına koyduktan sonra Mekke ehlini ona ibadete çağırarak, böylece ilk defa Allaha ortaklık (şirk) düşüncesini Kâbeye sokmuş oldu. Bu davetinde icabet gördü. Ona tabi olmaya başladılar. Mekkeliler Harem ehli ve Kabe idarecileri olduğu için Hicaz bölgesi dini yönden onlara uyardı. Kabe ehlinin doğru yolda olabileceği zannına dayanarak Hicaz bölgesi bu hususta onlara uydu. İşte bu sapıklık Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gönderilinceye kadar oranın halkı arasında devam etti. Peygamberimiz İbrahim aleyhisselam'ın dinini tebliğe memur olarak gönderildiği için Luhayy'ın uydurduğu şirki iptal etmesi bu davetin bir gereği idi. Bütün cahiliyet bu sapık inanç içerisinde çalkanıp duruyordu İbrahim Peygamberin getirdiği dinin kurallarından bir kısmını terketmemişlerdi. Fakat Luhayy'ın getirdiklerininde de İbrahim aleyhisselam'ın dinini değiştirmeyen Bidat-i Hasene olduğunu zannediyorlardı. Nizarın Telbiyesi şöyle idi: "Lebbeyke Laşerike illa şeriken huve leke temlikühü ve ma meleke." "Sana icabet ettim, sana ait olan bir ortaktan başka ortağın yoktur. Ona da sen maliksin. O sana malik değildir."gibi şirki ifade eden sözler söylerlerdi. Cenab-ı Allah : ضَرَبَ لَكُم مَّثَلًا مِنْ أَنفُسِكُمْ هَل لَّكُم مِّن مَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن شُرَكَاء فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنتُمْ فِيهِ سَوَاء تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنفُسَكُمْ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ "Nefislerinizden sizin için mesel darbeder. Hiç size verdiğimiz şey de elleriniz altındaki milklerinizden ortaklarınız bulunur da onlarla siz müsavi olur, kendinizi saydığınız gibi onları sayar mısınız? İşte aklını kullanacak bir kavim için âyetleri böyle ayırd ediyoruz." (Rum: 30/28) buyurmuştur.  
     
  En eski putları "Menat" putu idi Kudeyd bölgesinde deniz sahilinde dikilmişti. Bütün araplar ona hürmet ederlerdi fakat Evs ve Hazrec kabileleri fazla tazim ediyorlardı. Daha sonra Taifteki "Lat"putunu ilâh ittihaz ettiler. Anlatıldığına göre Lat Hacılara kavut temin eden, onlara dağıtan temiz bir adammış. Ölünce Kabrinin üzerinde ibadet yapmağa başlamışlar ve böylece putlaştırılmıştır. Sonra Mekke ile Taif arasında Nahle köylerindeki "Uzza" denilen puta taptılar. İşte bu üç tanesi onların en büyük putlarıydı.  
     
  Zamanla Şirk çoğalınca Hicazın her bölgesinde putlarda çoğalmıştır.Onların Kâbe derecesinde tazim ettikleri yerlerde vardı. Cenab-ı Allah : لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ "Kendi nefislerinden olmak üzere aralarında Allanın âyetlerini okuyan ve onları tez onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdiği için inananların Allaha karşı görevleri vardır. Çünkü daha önce apaçık sapıklık içerisindeydiler." (Al-i İmran: 3/164) buyurmuştur.  
     
  Allah Resûlu sallallahu aleyhi ve sellem kendilerini Allaha davet edince insanların her sınıfı şiddetli bir inkârla ona karşı koydular. Allah Resûlu sallallahu aleyhi ve sellem bir gün bir adamı İslama çağırdı. O da seninle beraber kimler var diye sorunca Nebi aleyhisselam; "bir hür bir de köle"dedi. O gün İslâmı kabul eden iki kişi vardı. - Biri Ebûbekir radiyallahu anh - diğeri Bilalradiyallahu anh'dı.  
     
  Burada sahih olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den rivayet edilen : "İslâm garip olarak başladı ve başladığı gibi de garip olarak avdet edecek(tekrar garip olacak)tir." (Müslim İman Babu Bed'il-İslami Gariben; Tirmizi, İman 13, Ebu Davud, Rıkak 42 , İbn Mâce, 36 Fiten 15; Ahmed, 1/358, 4/73) Mealindeki hadisi anlamışsak en büyük faideyi elde etmiş, en büyük ilmi öğrenmiş en büyük ürünü elde etmiş oluruz. Yine: "Sizden öncekilerin yoluna adım adım uyacaksınız. Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar sizde gireceksiniz." Bunun üzerine Ashab onlar Yahudi ve Hrıstiyanlar mıdır? dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "ya kim olabilirler?"dediler. (Hadisi Buhari, İ'tisam kitabında (Feth'de 7330 numarada). Müslim. İlim kitabında 2669 genel numara ile, Tirmizi. Fiten kitabında 2180 numara ile, Ahmed b. Hanbel Müsned'inde 2/327-367-450-511 ve 527 de rivayet etmiştir.) Yine: "Bu ümmet yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka hariç, diğerlerin hepsi cehenneme girecektir" (Ebu Davud Kitabu's Sunne babu Şerhu's-Sunne, 4596-4597, Tirmizi Kitab'ul-İman, babu iftirakı hazihi'l-Umme 2641) hadisini anlamışsak en büyük kazancı elde etmişizdir. İşte bu mesele en büyük meseledir. Bunu anlayan fakih, bununla amel eden müslümandır. Anlamak ve amel etmek için Allah'ın fazl ve keremini isteyelim.  
     
  Kabe, İbrahim aleyhisselam ve İsmail aleyhisselam onu inşa ettikleri için ilk idaresi İsmail aleyhisselam ve onun çocuklarında devam etti. Daha sonra Cürhümlüler bu idareyi ellerine geçirdiler. Aralarındaki akrabalık bağlarından dolayı İsmail aleyhisselam oğulları bu hususta her hangi bir kıt'ala girmek istemediler. Cürhümlüler Mekke'de zulüm ve yağmaya giriştiler. Zülüm kendilerini za'fa uğrattı. Bunların uyguladıkları zulmü gören Beni Bekr kabilesi ve Huzaa kabilesinin Gabşan kısmı Cürhümlülere karşı birleştiler, onlarla savaştılar. Beni Bekr ve Gabşan kabileleri onları yendiler ve Mekke'den kovdular. Cahiliyet devrinde hiç bir zulme Mekke'de yer verilmezdi. Çapulculuk yapan herkes hemen oradan çıkarılır. Kabe'nin hürmetine göz diken herkes helak olurdu. Huzaadan Gabşan kabilesi Kâbenin idaresini ele aldı. Kureyş o gün Beni Kinane'den ayrılmış bir kaç evden ibaretti Huzaa kabilesi Kâbenin idaresini Hübeyşe oğlu Halile kadar devam ettirdi. Kilapoğlu Kusayy, Halilin kızı ile evlendi. Kusayy zamanla etrafa şöhret ve şan saçıp, mal ve evlâdı çoğaldı. Bu sırada kayın babası Halil vefat etti. Kusayy, Kabe ve onunla ilgili işleri yürütmek liyakatini Huzaa ve Beni Bekr'den daha fazla kendinde gördü. Hemde Kureyş kabilesi İsmail aleyhisselam'ın neslinden geliyordu. Dolayısıyla Kâbenin idaresi onların eline geçmeliydi. Kusayy bir gün Kureyş ve Kinane kabilesinin ileri gelenleriyle bir toplantı yaptı. Toplantıda Huzaa ve Beni Bekr kabilesinden Mekkeden çıkarılması kararı alındı. Murre oğlu Gavs, Hac için yazılı belge verirdi. Vefatından sonra bu işi oğlu yapmağa devam etti. Gavs'in annesi; çocuğu olmayan Cürhümlü bir kadındı. Bir çocuğu olursa onu Kâbeye hizmete vakfedeceğine dair Allaha nezretti. Bir zaman sonra Gavsı doğurdu. Gavs Cürhümlü dayılarıyla Kâbenin işlerine bakardı. Oralı olduğu için dışardan gelen insanlara hac için izin verirdi. Kâbenin üstüne çıkar ve şu beyti söylerdi; "Allahım, ben önce buradan göçüp gidenlere uyuyorum. Eğer buraya çıkışım bir günâh gerektiriyorsa o günâh Kazaa kabilesinin boynuna olsun."  
     
  Sofe  
     
  Buisim Kâbeyi ziyaret sırasında Arafattaki görevi üstlenen, Minadaki görevleri halka yaptıran ve onlara yol gösteren bir teşkilât ismidir. Minadan ayrılış günü şeytan taşlamak isteyen kimseler önce bu teşkilâta baş vurur, bu taşlama işini "Sofe" teşkilâtından birinin önderliğinde ifa eder. Onlar bu hususta gereken uygulamayı yapmadıkça, insanlar bu işi yapmazlardı. Şeytan taşlama işini acele olarak yapmak isteyen bir kimse o teşkilâta başvurur ve bu arzusunu beyan edince; Teşkilât eğer güneş batıya daha yönelmemiş ise onların bu isteklerini geri çevirirler, ancak güneş batıya meyledince bu taşlama işini yaparlardı. Halk da bunlarla beraber taşlamaya girişirlerdi. Şeytan taşlamayı bitirip Minadan ayrılmak isteyen kimseler, "Sofe" teşkilâtı tarafından merasime tabi tutulur, yolun her iki tarafına"Sofe" den adamlar dizilir, halk onların önünden geçerdi. Daha sonra Temim kabilesinden Zeyd oğlu Sad'ın çocukları bu işi uygulamaya başladılar. Müzdelife'den ayrılış ve dağılma işi de Advan teşkilâtı önderliğinde yapılırdı. Bu teşkilâtta en son görevlendirilen, İslâm'ın gelişi sırasında dahi bu güne devam eden Canıb oğlu Kerb bin Safvan'dır. İslâm gelinceye dek bu teşkilâtlar istediklerini yapmışlar. Bütün araplar, bu uygulamaların Cürhüm ve Huzaa kabileleri aracılığıyla devam edegelen İbrahim dini olduğu inancındaydılar. Bir gün Kusayy yanındaki Kureyşlilerle birlikte, Akabe tepesinde; Kudaa ve Kinane kabileleriyle bir fikri tartışıyordu. Kusayy; "Onlara, Kabe ve onun işlerini biz daha iyi yönetiriz"demişti. Bunun üzerine aralarında şiddetli savaşlar çıkmıştı. Bu savaşlardan sonra "Sofe" denilen teşkilât dağılmış, idaresi Kusayy'in eline geçmişti. Bu geçişe Nuzaa ve Beni Bekr Kabilesi de razı olmuşlardı. Çünkü günün birinde Kusayy'in Sofe'yi hezimete uğrattığı gibi kendilerini de Kabe işlerinden men eder korkusunu taşıyorlardı. Nitekim; bir müddet sonra Kusayy bunlara karşı da savaş ilân etti. Bu savaşta da çok şiddetli çatışmalar oldu. Sonunda barış için çağrıda bulundular. Hakem olarak Yamur bin Avfi seçtiler. Hakem Kabe idaresinin Kusayy'a ait olduğunu Kusayy'in bu hususta Huzaa kabilesinden daha fazla hak sahibi olduğunu, savaş sırasında Kusayy ordusu tarafından öldürülenlerin bir hak iddialarının olmayacağını Huzaa ve Beni Bekr'in ise akıttıkları her kana karşılık bir diyetin ödenmesi lâzım geldiğini ve Kabe işini Kusayye bırakmaları yolunda bir karar verdi. Kusayy bu anlaşmadan sonra kavmini yerlerinden alarak Mekkeye yerleştirdi. Böylece bir taraftan Kabe işlerini üzerine alırken, diğer taraftan bu kazasından sonra Yamur'a Şeddah ismi verildi. Kavmi onu başlarına reis seçtiler. Kusayy, arapların örf ve âdetlerini en fazla koruyan bir kimse idi. Nesee, Safvan kabilesi, Advan Murre bin Avf kabilelerinin de bağlı bulundukları örf ve âdetlerini en iyi bilen ve koruyan Kusayya, onlar tarafından da saygı gösterilen bir kimseydi. Arapların sahip olduğu bütün örf ve âdetler İslâm'ın gelişiyle yıkıldı. Kusayy kavmi arasında sözü kabul edilen, hükmü tutulan bir kimse idi şair : "Kusayy"yemin ederim ki etrafında toplayan bir kimsedir. Allah, bütün kabileleri merasim günlerinde onun etrafında toplardı" der. Kusayy, kavminin her kararına itaat edecek bir şahsiyet sahibi idi. Kabe idaresi bölümlerinden Hicaye, Sikaye, Rıfade, Nedveve Liva görevlerini o üstelemişti. Hicayet: Hacılara hizmet etmek. Sikaye : Hacılara su dağıtma görevidir. Rıfade : Hacılara yemek yedirmektir. Nedve :İdare Meclisi. Liva : Sancaktarlık görevidir. Kusayy Mekkeyi kavmi arasında dört bölge ayırmıştı; her bir bölgeye Kavmini yerleştirmişti. Söyleyişe göre: Kavmi kendi bölgelerine ait olan bir ağacı dahi onun izni olmadan kesemezlerdi. Böyle bir iş için onun kararı alınır. Ondan sonra kesilirdi. Ancak onun evinde istişareler yapılırdı, evlenme işlerine o'nun odasında bir akde bağlanırdı. Savaş içinde yine o'nun Meclisinde karar; alınırdı. Kusayy'ın kararları - gerek sağ iken gerekse ölümünden sonra -dini prensipler gibi kabul edilir ve uyulurdu. Kendisi Darunnedvede bulunurdu. Kusayy'ın en büyük oğlu Abduddar'dır. Ondan sonra Abdülüzza ve en küçük oğlu Abd-i Menaf gelirler. Kusayy ihtiyarlayınca idarî işleri oğlu Abduddar'a vermeyi kararlaştırdı. Abduddar'a; "Seni Kavmin idarecisi olarak görevlendireceğim. Kabe'yi sen olmadan hiç bir kimse açamayacağı gibi, savaş için Liva akdini senden başka kimse yapamayacak. Yine Mekke'de hiç bir kimse senin suyundan başka bir yerden su içemeyecek ve yemek yiyemeyecektir. Kureyş, bir iş için vereceği kararı ancak senin evinde kesinleştirecektir,"diye vasiyette bulunmuştur. Kusayy, büyük oğlu Abduddar'a İdare Meclisini, Hicaye, Liva, Sikaye, Rıfade görevlerini verdi. Rifade; Kureyş'in Hac mevsiminde hacılara yemek yedirmek için mallarından ayırıp verdikleri yardımdır. Bu yardım ile yapılan yemekleri, yemek yeme imkânı ve yiyeceği olmayanlar yerdi. Kusayy, Kureyş kabilesine bu yardımı emretmiştir. Ve onlara: "Siz Allah'ın komşusu ve o'nun ev halkısınız. Haciler'de Allah'ın musafirleridir. Musafir olarak kabula bunlar daha uygundurlar. O halde Hac günlerinde burada kaldıkları müddetçe onları yedirin ve içirin"emrini vermişti. Kuseyy'in yaptığı bir iş geri çevrilmez ve onun görüşüne ters düşecek bir iş yapılmazdı. Öldüğü zaman çocukları hiç bir anlaşmazlığa düşmeden onun prensiplerini uyguladılar. Bir zaman sonra Abd-i Menaf oğulları Abduddar'ın elindeki yetkileri almak için harekete geçtiler. Kureyş kabilesi ikiye ayrıldı. Bir kısmı Abd-i Menaf oğullarının, diğer kısmi da Abduddar'ın tarafına geçtiler. Abd-i Şems Abd-i Menaf oğullarının hem yaş hem de yetkice ileri geleniydi. Amir bin Haşim ise Abduddar oğullarının ileri geleni ve sözü dinleneni idi. Her Kavim kesin bir anlaşma akdetti. Abd-i Menaf oğulları güzel koku ile dolu bir çanak getirip, ona ellerini batırıp Kâbeye sürdüler. Böyle yapanlara "Temizlenenler"dendi. Abduddar oğulları diğer gruplarla anlaştılar. Bu anlaşmadan sonra Kâbenin su ve yemek işlerinin Abd-i Menaf oğullarına perdedarlık ile Liva ve Nedve görevlerinin de Abduddar oğullarına verilmesi hususunda varılan anlaşma ve barış, bozulmadan devam edip gitti. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: "İslâm Cahiliye devrindeki anlaşmayı daha da kuvvetleştirmiştir." buyurmuşlardı.  
  Hilful Fudul  
     
  Haşim oğulları, Muttalip oğulları Esed b. Abdil uzza, Zuhre bin Kilap ve Teym bin Murre oğulları Kureyş'in yaş ve şerefçe ileri geleni A. Cedan oğlu Abdullah'ın evinde bir toplantı yaptılar. Toplantıda Mekke'li veya oraya dışarıdan gelen bir kimsenin zulme uğramaması için karar aldılar. Mazlûm'un yanında yer alacaklarını bildiren, hakkı alınıncaya dek çaba harcayacaklarını ifade eden bu toplantıya "Hilful Fudul"ismi verilir. Zubeyr b. Abdul Muttalip bu toplantıyı şiiriyle şöyle anlatır. "Mekke'de hiç bir zalime yer yoktur diye ileri gelenler anlaşma akdettiler. Zulmü kaldırmak prensibi üzerinde anlaştılar. Bu haktan Mekke'deki her vatandaş yararlanacaktır." Abd-i Şems devamlı sefere çıktığı için su ve yemek dağıtma işini Abd-i Menaf oğlu Haşim üzerine aldı. Abd-i Şems Mekke'de çok az kalabiliyordu hem fakir hem de çoluk çocuğu çoktu. Haşim ise zengindi kış ve yaz göçlerini ilk icad eden ve Mekke'de Tirid yemeğini ilk olarak yediren Haşimdir. "Bir şair; Mekkede kendi zaip kavmine Tirid yemeğini yediren Amr"diye anlatır. Haşim ölünce yerine kavmi arasında belli bir şöhrete ulaşmış; müsamahasıyla tanıdığı için Feyyaz lakabıyla anılan Abd-i Menaf oğlu Muttalip bu görevi üzerine aldı. Haşim Medineye geldiği zaman Amr kızı Selma ile evlenmişti. Abdullah Muttalip isminde bir oğlu dünyaya gelmişti. Oğlu biraz büyüyünce babası onu Mekkeye götürmek istediği zaman annesi rıza göstermemiş ancak"Haşim; onu kendi yerine geçirmek için Mekkeye götürmek istediğini söyleyince" izin vermişti. Abdul Muttalip, babasının bütün görevlerini üzerine aldı zamanla o da şöhretin zirvesine ulaşmıştı. Kavmi onu sayıp seviyordu.  
  Fasıl 1  
     
  Bu küçük eserimizin bundan sonraki bölümlerinde ilk olarak : 1 - Zemzem kuyusunun kazılışı ve ondaki hayret verici şeyler. 2 - Abdulmuttalib'in, oğlunu kesmek için verdiği sözün öyküsü. 3 - Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem doğmadan önce ve sonra vukubulan hadiseler ve süt devresinde ve sonrasında meydana gelen olaylar. 4 - Yetim kalışı, annesinin ona bakması, sonra dedesi, daha sonra amcası Ebu Talibin himayesine girişi ve Rahip Bahire hikâyesi gibi şeyler. 5 - Hatice ile evlenmesi Haticenin kölesi Meysere'nin anlattıkları. Haticenin de Verakaya söyledikleri Verakanın bu işittikleri olağan üstü şeyler karşısında dile getirdikleri. 6 - Kureyş Kâbeyi yaparken Hacer-i Esved hususunda çıkan anlaşmazlığa Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in hakem kılınışı Kâbenin yapılışı hikâyesi ve daha sonra da Humsu işini anlatılacaktır.  
     
  Anlatıldığına göre; Kureyş kabilesi yeni bir iddia ortaya atarak; "Biz İbrahimin çocukları ve haremliyiz Kabe idaresini biz yürüttüğümüze göre başka herhangi bir Arap kabilesi bizim sahip olduğumuz haklara sahip olamaz", dediler. Diğer Arap kabilelerinin kendilerini küçümsememeleri için de Harem'den başka herhangi bir


  

© helpiks.su При использовании или копировании материалов прямая ссылка на сайт обязательна.