|
|||
a) Ruhun baş gıdası, güç kaynağı îmandır
Varlı ğ ı mı zı n yaratı cı sı olan, her an sonsuz rahmeti, sevgisi, kudreti ve hik- meti ile bizleri kuş atan, kulları na ö z canları ndan daha yakı n olan ve kulları - nı n duâ ları nı kabul buyuracağ ı nı va’deden Allah’a iman ne bü yü k kuvvettir. Allah’ı n insan iç in koyduğ u ilâ hî kanunlara î man, bü tü n varlı kları ve hayatı ta- nı tan, gü venilecek mercii belirleyen ne azî m bir gü ç tü r. • Hayatı n ve ö lü mü n ilâ hî bir imtihan iç in yaratı lmı ş olduğ una, ö lü m- le baş layacak  hiret Hayatı ’na ve bu hayatı n Cennet ve Cehennem gerç eğ ine î man materyalizmin ruhu korkutucu karanlı ğ ı ndan, ç ı ldı rtı cı gayesizliğ inden koruyan ne yü ce bir kı lavuzdur. • Namaz, zekâ t, adalet, sevgi, af ve Hak’ka ç ağ rı gibi kutsal emirlere iman ve bu imanı n gereğ ini yaş amak ne mukaddes bir mutluluk sebebidir.
İ nsana, hayata ve ö lü me izah getiremeyen, tanı tamadı ğ ı varlı klar arası nda gayesizlik buhranları iç inde yaş atan, ö lü m ve ö lü m ö tesinden ü rkü terek, acz ve zavallı lı ğ ı katmerleş tiren imansı zlı k hayatı zehreden ne korkunç bir maraz- dı r/hastalı ktı r.
İ mansı zlı ğ ı n doğ uracağ ı bu rû h ç ö kü ntü sü nden insanı hangi bedenî kuv- vet ve hangi sosyal ve ekonomik dü zen kurtarabilir? Evet, Dü nya ve  hiret saadeti iç in rû ha sağ lanması gereken baş gı da, te- mel gü ç iman ve gü zel amellerdir. Bü tü n varlı klarda Allah’ı n sevgisi ve ş efkatini gö rü r gibi yaş ama, zikir, duâ, yardı mlaş ma, doğ ruluk, vefa, tevazu, ilgi, merhamet ve benzeri Hakk’a saygı ya ve halka sevgiye gö tü ren ilâ hî emir ve ö ğ ü tleri yaparak gerç ekleş tirilecek gü - zel ameller imanla birlikte rû hun ana besleyici gı dası dı r. Gerekli olan koruyu- cu vitaminleri ve de sebeb-i saadetidir.
Biz rû humuzu imanla ve gü zel amellerle gü ç lendirdiğ imiz sü rece mesut olabiliriz. Ç ü nkü Mevlâ mı z mutluluğ u î mana ve gü zel amellere bağ lamı ş tı r. Mevlâ mı z ş ö yle buyuruyor:
[“Kadı n ve erkek kim iman etmiş olarak gü zel amellerde bulunursa ancak onu hoş bir hayata erdireceğ iz ve onlara karş ı lı kları nı, yaptı kları nı n en gü zelini ö lç ü ala rak vereceğ iz. ”
“Kim bana imandan/koyduğ um/yasalara uymaktan yü z ç evirirse onu da dar/ bunalı mlı bir hayata dü ş ü receğ iz…”]1 Rû hî bü nyemizi kuvvetlendirmek ve mutlu yaş atmak iç in imanla ve gü - zel amellerle gı dalandı rmak gü ç lendirmek gerektiğ i kadar onu menfî tesirler- den de korumak lâ zı mdı r. Yü ksek tansiyon, ş eker ve kanser gibi hastalı klar bedenimize tesir eden maddî hastalı klar olduğ u gibi Allah’ı ve â hireti unutma, ibâ detlerden uzaklaş - ma, kin, haset, faiz, rü ş vet, iç ki, gı ybet ve zina benzeri ilâ hî haramlar/gü nahlar da rû hî bü nyemizi kemiren mutsuzlaş tı ran manevî hastalı klardı r. Ç ok iyi bilmeliyiz ki haramları n oluş turduğ u gü nahlar rû humuzu mik- roplandı rmakta, yaralar aç arak elemlendirmekte, iyilikleri yapmada gü ç sü z, kö tü lü klerden korunmada mecalsiz bı rakmaktadı r. Manevî buhranları mı zı n mü him bir kı smı nı n kaynağ ı iş te bu gü nahları n sebep olduğ u ruhî hastalı kları mı zdı r. Peygamberimiz “Gü nah, iç ini kemiren/bu nalı ma yol aç an ş eydir. ”2 buyurmakla bu gerç eğ e iş aret etmiş tir. Bu gerç eğ i kalbimizde hissetmek gerç ek imanı n alâ metidir. Bunun iç indir ki Peygamberimiz bir soruya cevap olarak ş ö yle buyurmuş tur: “İ ş lediğ in gü nah sana elem veriyor, yaptı ğ ı n gü zel amel de seni mutlu ediyor sa sen mü minsin. ”3 Yü ce Rabbimiz: “Gizli ve aç ı k bü tü n gü nahları bı rakı n. Zira haramları iş leyerek gü nah kaza nanlar yaptı kları nı n cezaları nı ç ekeceklerdir. ”4 buyurarak ruhî bü nyemizin ko- runma reç etesini vermiş tir. Ruhî bü nyemizi manevî hastalı klara karş ı korumak gö revimiz olduğ u gi- bi, haramları n iş lenmesiyle oluş muş mevcut hastalı kları da gü zel amellerle te- davi etmeye ç alı ş mak vazifemizdir. Bu tü r tedavi zarû reti iç indir ki Peygamberimiz: “İ ş lediğ in gü nahı n hemen ardı ndan gü zel bir amel yap ki onun gü nahı nı gider sin. ”5 buyurmuş tur.
1 Nahl 97; Ta-Ha 124. 2 EtTac 5/3. 3 Miş kâ tü l-Mesâ bî h Hadis No: 45. 4 En’am 120. 5 EtTac, 5/63.
643
644 Gü zel amellerle manevî hastalı kları mı zı tedavi etmek lü zumundan ö tü - rü dü r ki Peygamberimiz elemli ve sı kı ntı lı sahâ bî lere “Allahı m elemlerden ve sı kı ntı lardan sana sı ğ ı nı rı m. ”6 ş eklinde duâ etmeleri emrini vermiş tir. Peygamberimiz kalp katı lı ğ ı ve acı ması zlı ğ ı ndan ş ikâ yet eden bir sahâ bî ye de “Yetimin baş ı nı okş a, yoksulu doyur. ”7 ö ğ ü dü nde bulunmuş tur. Gö zü dö ndü ren gadab-kı zgı nlı k hastalı ğ ı nı n nü ksetmesi halinde hasta- lı ğ ı n seyrine gö re yapı lacak manevî mü dahalenin sı rası yla “Ş eytan’dan Allah’a sı ğ ı nmak, oturmak, yatmak ve abdest almak, ”8 olduğ unu bildirmiş dir. Ş ehevî tansiyonunun yü kselmesi halinde de Peygamberimiz: “Oruç tutul ması nı, ” tavsiye etmiş tir. Misalleri daha da ç oğ altabiliriz. Mevzuumuzu ö zetlersek deriz ki, saadetimiz iç in bedenimizi gü ç lendir- meye korumaya ve gerektiğ inde tedâ vî etmeye muhtaç olduğ umuz gibi rû - humuzu da gü ç lendirmeye korumaya ve lü zû munda tedavi etmeye mecbu- ruz. Kaldı ki rû humuz bedenimizden daha da ç ok ilgiye muhtaç tı r. Zira rû hun mutluluğ u ve elemi fani değ il ebedî dir. O halde akı llı insanlar olarak rû humuzu gü ç lendirecek İ slâ m î manı na, koruyacak ve gereğ inde tedavi edecek gü zel amellere koş alı m. Ruhumuzu za- yı flatacak, ateş azabı na dü ş ü recek İ slâ mî haramlardan korunalı m. Yü ce Allah’tan bizleri rahmetiyle kuş atması nı dilerim.
6 a. g. e. 5/137. 7 Miş kâ tü lMesâ bî h Hadis No: 5001. 8 EtTac 5/52.
Tö vbe
İ nsanı yaratan Allah, onun dü nya ve â hiret saadetini, emirleri ve yasakları - nı n tatbik edilmesi ş artı na bağ lamı ş tı r. 1 Yü ce Mevlâ mı z, emirleri ve yasakları na aykı rı lı ğ ı da insanı n buhranları nı n kaynağ ı ve â hiret azabı nı n sebebi kı lmı ş tı r. 2 Bu yaratı lı ş dü zeni sebebiyledir ki insan, ilâ hî emir ve yasaklara muhale- fet ettiğ i sü rece ve iş lediğ i gü nahlardan arı nmadı ğ ı mü ddetç e bunalı mları nı gi- deremez. Mesut olamaz. İ lahî azabdan korunamaz. Dü nya ve  hiret mutluluğ unu isteyen mutlaka gü nahları bı rakacak, yap- tı kları ndan temizlenmek iç in de Rabbine tö vbe edecek, affı nı dileyecektir. Gü nahları na tö vbe etmek mü minin vacip gö revidir. Bu gö rev ö mü r bo- yunca da devam edecektir. Zira, insan melekler gibi nû ranî bir yaratı k olmadı - ğ ı ve gü nahlara arzulu nefsî bir gü ç le yaratı ldı ğ ı iç in hatalara dü ş mekten ko- runamaz. Peygamberimiz bu gerç eğ i ş ö yle aç ı klamı ş tı r. “Her bir insan hata edici/gü nah iş leyicidir. Ancak hata iş leyenlerin en hayı rlı sı tö vbe edip Allah’tan affı nı dileyendir. ”3 Bizler Kur’â n’ı mı zı n Mü taffifû n sû resindeki ifadesiyle kablerimizi pas- landı ran, Rabbimizle aramı zda perde oluş turan ve Cehennem’e yol olabilecek olan gü nahları mı zı tö vbe ile gidermez, giderek de artı rı rsak ilâ hî adalet gereğ i iç huzursuzluğ umuz artar, rû hî elemlerimiz ç oğ alı r, vü cudumuza ve malı mı -
1 Nahl 97 2 Taha 1243 3 EtTac, 5/515.
645
646 za yö nelik maddî ve manevi cezalara muhatap olabiliriz. Ayrı ca â hiretimizi ku- ş atacak ilâ hi azaba da uğ rarı z. Hiç bir kurtarı cı da bizi kurtaramaz. Bu gerç eğ i aç ı klamak iç indir ki Peygamberimiz ö z kı zı Hz. Fatı ma’ya ş ö yle buyurmuş tur: “ Ya Fatı ma! Aman nefsini Allah’ı n azabı ndan kurtarmaya ç alı ş. Zira Allah’a yemin ederim ki, ben senden Allah’ı n azabı nı gideremem... ”4 Mü minler! Hata edebiliriz. Namaz kı lmamak, zekâ t vermemek, ana-babaya â sî ol- mak, adaletten sapmak, hileli imâ lat yapmak gibi Rabbimizin emirlerine itaat- sizlik yapabiliriz, mü mkü ndü r. İ ç ki iç mek, zina yapmak, faiz alı p-vermek, karaborsacı lı k yapmak, yalan sö ylemek, ş ahı s veya kamu malları nı zimmete geç irmek ve Rabbimizin ü zeri- mizdeki sayı lamayacak kadar ç ok olan nimetleri ü zerinde dü ş ü nmemek gibi gü nahları n/suç ları n faili olabiliriz. Bizden benzeri daha nice gü nahlar zuhur edebilir. Gü nahları mı zı n sebep olacağ ı bunalı mlar, musibetler ve azaplardan koru- nabilmek iç in Mevlâ mı zı n bizlere aç tı ğ ı tö vbe kapı sı ndan kulluk ş uuru ile iç e- riye girmeliyiz. Mevlâ mı zdan affı mı zı dilemeliyiz. Eğ er yaptı ğ ı mı z gü nahlar, haklara tecavü z gibi kul hakları ile ilgili ise Allah’tan mağ firetimizi talep eder- ken hak sahiplerinin de hakları nı ö demeliyiz. Bö ylece gerekli ş artları na riâ yet ederek gü nahları mı za tö vbe etmeliyiz. Yü ce Allah emirlerini tatbik edip yasakları ndan kaç ı nmayan kulları nı ce- zalandı racaktı r. Fakat kulunu gü nahları ö lç ü sü nde azablandı rmak Allah’a va- cip değ ildir, Yü ce Mevlâ mı z, rahmetini gazabı dahil her ş eye ü stü n kı lmı ş tı r. Rahmetine kendi zatı na gö rev olarak yü klemiş tir. 5 O, pek ziyade kerem sahibidir. Kul- ları na merhameti sonsuzdur. Duâ ve tö vbeleri kabul eden, gü nahları bağ ı ş - layandı r O. Merhameti ve affı sı nı rsı z olan Mevlâ mı z kulları nı cezalandı rmayı da sev- mez. Bunun iç indir ki hatası z olamayacak kulları na Tahrim Sû resi’nde ş u lü - tufkâ r emri vermektedir:
4 İ bnü Kesî r, 3/350. 5 Araf 156; Enam 12.
“Ey iman edenler! İ ş lediğ iniz gü nahlara bir daha dö nmeyecek ş ekilde Allah’a tevbe ediniz... ”6 Kulları nı azaplandı rmayı değ il bağ ı ş lamayı seven Mevlâ mı z bir hadî si kud- sî ’de ş ö yle emir buyurur: “Ey kulları m! Sizler gece gü ndü z hata edicisiniz. Ben de gü nahları affediciyim. Benden affı nı zı dileyin sizi affedeyim... ”7 Rabbimizin bu ç ağ rı sı na icabet ederek O’nun lü tfuna gö nü l bağ layanlar elbette ki bağ ı ş lanacaklardı r, ç ü nkü O kulları na bağ ı ş lamayı vaat etmekte ve ş u mü jdeli duyuruyu yapmaktadı r: [“Allah kulları nı n tevbelerini kabul eder. Onları n gü nahları nı bağ ı ş lar. Yaptı k ları nı zı da bilir. ” “Allah (ş ahı sları n, putları n, ilkelerin, rejimlerin v. s. ) zatı na ortak tutulma sı nı hiç mi hiç bağ ı ş lamaz. Ama dilediğ i kiş ilerden bunun dı ş ı ndaki gü nahları bağ ı ş lar…”]8 Mevlâ mı z Rahman, Rahî m, Ğ afû r, Raû f, Settar ve Kerî m olan bir Rabdı r. -Allah ş anı nı artı sı n- Peygamberimiz bir ananı n ç ocuğ unu ateş e atamaya- cağ ı nı, Allahı n kulları na olan merhametinin ise ananı n ç ocuğ una olan merha- metinden pek ç ok olduğ unu bildirir ve bu ç okluğ u ş ö yle aç ı klar: “Allah, yü z bö lü me ayı rdı ğ ı rahmetinin yalnı zca birini insanlar, cinler ve hay vanlara vermiş tir. (İ nsanlar ve Cinler) payları na dü ş en o bir rahmetle birbirlerine acı r ve ikramda bulunurlar. Vahş i hayvanları n yavruları na ş efkati de o bir rahmet ten aldı kları pay sebebiyledir. Allah, kendi zatı na ayı rdı ğ ı doksan dokuz bö lü mlü k rahmetiyle Kı yamet Gü nü ’nde kulları na merhamet edecektir. ”9 Rabbimiz bö ylesine sonsuz rahmet sahibi olduğ u iç indir ki, ne derece gü - nah sahibi olunursa olunsun rahmetinden ü mit kesilmemesini emretmekte- dir. Zü mer Sû resinde Mevlâ mı z ş ö yle buyurur: “... Ey gü nah iş lemekle nefislerine karş ı haddi aş mı ş kulları m! Allah’ı n rahme tinden/sizi bağ ı ş laması ndan ü midi kesmeyiniz. Ç ü nkü Allah bü tü n gü nahları bağ ı ş lar. Ş ü phesiz Allah ç ok bağ ı ş layandı r. Ç ok ç ok merhamet edendir. ”10
6 Tahrim 8. 7 EtTac, 5/148. 8 Ş ura 25, Nisa, 48 9 EtTac, 5/156. 10 Zü mer, 53.
647
648 Tö vbe vâ cib bir gö revimiz olduğ u iç in ibâ dettir. Kulluğ unu idrak ederek tö vbe edenlere bu ibâ detlerinin mü kâ fatı ş ü phesiz verilecektir. Mevlâ mı z ş artları na uygun tö vbe ederek î manlı bir hayat sü renlerin ve gü zel ameller yapanları n gü nahları nı sevaplara dö nü ş tü receğ ini va’detmektedir. 11 Rabbimiz Al-i İ mran Sû resinin 135. ve 136. â yetlerinde ise bizleri ş ö yle mü jdelemektedir: “Bir gü nah iş ledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı anarak he men gü nahları nı n bağ ı ş lanması nı isteyenleri hem de yaptı kları gü naha bile bile ı srar etmeyenleri (Allah bağ ı ş lar. ) Gü nahları Allah’tan baş ka kim affedebilir? İ ş te onla rı n mü kâ fatı Allah’tan bir mağ firet ve altı ndan ı rmaklar akan Cennet’lerdir. Onlar orada ebedî olarak kalı cı dı rlar. Bö yle yapanları n mü kâ fatı ne gü zeldir. ” Mü minler! “Ü mit ederim ki Rabbimin rahmeti taksim edilirken gü nahlara gö re gelir. Gü nahları ç ok olana ilâ hi rahmet de ç ok gelir. ”12 diyen mana adamı nı n ü midiyle tö v- be edelim. Kalplerimizi Allah’a yö nelterek, ellerimizi O’na aç arak bizi aklata- cak rahmet dileyelim. Gü nahları nı kü ç ü mseyen ve tevbesini sonu gelmeyen yarı nlara erteleyen zavallı lardan olmayalı m. Rû hu gü nahları ndan arı ndı rmanı n, İ slâ mî yaş ayı ş a yö nelerek mutlu ol- manı n, ö z ifadesiyle ilâ hî azabdan korunarak ilâ hi rı zaya ve Adn Cennetlerine ermenin yolu tö vbedir. Hutbemizi Peygamberimizden hadî slerle bitiriyorum. Allah’ı n Peygamberi ş ö yle buyuruyor: [“Ey İ nsanlar! Allah’a tö vbe ediniz. Zira ben gü nde yü z defa: (Allahı m! Beni bağ ı ş la!, diyerek) Allah’a tö vbe ederim. Zira “tö vbe eden kiş i hiç gü nah iş lememiş gibidir. ”]13
11 Furkan, 70. 12 Kasî de-i Bü rde, Beyit 156. 13 EtTac, 5/151; C. Sağ î r, 1/134.
Allah’a Gü ven
Bü tü n varlı kları n ve insanları n yaratı cı sı ve yaş atı cı sı olan Rabbimizin aç ı klaması na gö re; “... İ nsan zayı f yaratı lmı ş tı r. ”1 Zira her an ö lü mle baş baş adı r. Aklı ve duyu organları nı n gü cü sı nı rlı dı r. Hayatı nı sü rdü ren vü cut faaliyetleri kendi yö netimi dı ş ı ndadı r. İ nsan kendisi gibi zayı f insanlarla iç iç edir. İ lâ hî kanunları n bir bö lü mü nü teş kil eden tabiat kanunları nı n da egemenliğ i altı ndadı r. İ nsan zayı f olduğ u iç indir ki gü venme ve sı ğ ı nma ihtiyacı ndadı r. İ ltica edilecek gü ç leri bulunmadı ğ ı nı, bildiğ i halde ilme, emeğ e, sermayeye, mevkie, soya, hatta merhamete dayanması gü ven duyma ihtiyacı nı karş ı lamak, tedir- gin olan ruhunu tatmin etmek iç indir. Tü mü yaratı k olan ve insan gibi acz alâ metlerini taş ı yan bu gü ven kaynak- ları aklı nı kullanabilen insanı ş ü phesiz mutlu edemez. Ö lü me mani olamayan ve gelmesi mü mkü n tehlikeleri engelleyemeyen bu gü ven kaynakları nı n kendileri gü vene muhtaç tı r. Ç ü nkü devrin ilimi ge- ç erliliğ ini, emek gü cü nü, sermaye egemenliğ ini, mevki sü rekliliğ ini, soy ittifa- kı nı ve merhamet ü stü n kudretini yitirebilir. Bu durumda aklı nı kullanarak ve Rabbinin lü tfuna uğ rayarak Allah’a î man bahtiyarlı ğ ı na ermiş mü min elbetteki yaratı lmı ş olan mezkû r gü ç lere değ il on- ları yaratana/yaş atana dayanı r. Hü kmü evrene, dü nyaya, insanlara, bitkilere, hayvanlara ve ö lü m ö tesine
1 Nisa 28.
649
650 geç en, dilediğ ini istediğ i an arzuladı ğ ı ş ekilde yaratan bilgisi engin, merhame- ti sı nı rsı z Rabbine gü venir. Allah’a gü ven, ö zel ifadesiyle tevekkü l İ slâ m Akidesinin gereğ i, mü minin ana sı fatı dı r. Rabbimiz Enfâ l Sû resi’nin ilk â yetlerinde ş ö yle buyurmaktadı r: “Allah anı ldı ğ ı zaman yü rekleri ü rperen, kendilerine Allah’ı n â yetleri okunduğ u zaman o â yetler imanları nı artı ran, Rablerine tevekkü l eden, namazları nı kı lan ve kendilerine verdiğ imiz nzı ktan verenler (yok mu? ) İ ş te onlar gerç ek mü minlerdir. Onlara Rablerinin katı nda dereceler, bağ ı ş lanma ve pek gü zel nzı k1ar vardı r. ” Aziz Mü minler! Mü min Allah’a î manı nı sü rdü rdü kç e yalnı z ve yalnı z Allah’a gü venecek ve dayanacaktı r. Zira Allah’a gü ven ve dayanma İ slâ mî î man’ı n bir olgunluk mer- halesi değ ildir. Olmazsa olmazı dı r. Bunun İ ç indir ki Kur’â n’da bu gerç ek ş ö yle aç ı klanı r. Yû nus Sû resi  yet 84: “... Eğ er Allah’a inandı ysanı z, gerç ekten O’na teslim olan insanlarsanı z yalnı z ve yalnı z O’na dayanı p gü venin. ” İ nsanlar dahil bü tü n maddî varlı klara hâ kim olan ve ç ok cü zî bir kı smı - nı bilimlerle formü le edebildiğ imiz sebep-netice iliş kileri Allah’ı n koyduğ u ve O’nun değ iş tirebileceğ i yasalardı r. Meselâ; gı dayla hayat, yağ murla bitki, ateş le yanma, cinsel iliş ki ile ç ocuk arası nda sebep-netice alâ kası nı kuran Allah’tı r. Mü min Allah’ı n koyduğ u bu dü zene inanacak ve bağ lı kalacaktı r. Bu ilâ hî hikmetli ç izgiden sapmayacak, yalnı z Allah’a gü venecektir. Allah’a tevekkü l/gü ven ilâ hî bir kanun olan sebepnetice ilkesinin reddi- ni, sebeplere bağ lı lı ğ ı nı terkedilmesini gerektirmez. Ç ü nkü Allah’a gü ven, O’nun ç izdiğ i hat ü zerinde olacaktı r. Sebeplere bağ lanarak Allah’tan hayı rlı netice beklemek, koyduğ u ö lç ü le- re gö re lû tfunu taleb etmektir. Zira sebebe netice kanununu koyan Allah’tı r. O dilemezse sebep netice doğ urmaz. Kur’â n Vakı a sû resinde ö rneklendirildiğ i ü zere bu gerç eğ e sü rekli olarak dikkatlerimizi ç ekmektedir.
Sebepler kendiliğ inden netice oluş turamaz. Neticeleri sebeplerde gü ç ya- ratan Allah’a bağ lamamak insanı kâ firliğ e gö tü rü r. Aklı da ç ı kmaza sokar. Zira hiç bir sebep netice iç in yeterli değ ildir. Meselâ; insanı n yaratı lması iç in ana rahminde bir hü crenin dö llenmesi se- bebi zarurî dir. Ancak dö llenmiş bir hü creyi yalnı z beyninde milyarlarca hü cre bulunan insan neticesine yaratı cı sebep gö rmek akı l dı ş ı dı r. Bunun akı l iç i olabilmesi iç in bir tek hü creyi trilyonlarca hü creye ulaş tı - ran Allah’a ve onun ilk hü cre ü zerindeki yapı cı kudretine inanmak lâ zı mdı r. Mü min sebep-netice iliş kisini koyan Allah’a inanacak sebeplerde netice al- ma gü cü nü halkedenin de yalnı z Allah olduğ una inanarak O’na gü venecektir. Bö yle olması gerektiğ i iç indir ki Mevlâ mı z ve Peygamberimiz bize iki yö n- lü emirler vermektedir. Rabbimiz, ç alı ş mamı zı emretmekte, fakat yalnı z ç alı ş mamı za gü venme- memizi, zira ç alı ş ma sebebini neticelendirecek yegâ ne nzı k verici olanı n yal- nı z kendisi olduğ una inanmamı zı da emretmektedir. Peygamberimiz, hastalı kları mı zı tedâ vî ettirmemizi ö ğ ü tlemekte, ş ifâ veri- ci olanı n ancak Allah olduğ una inanmamı z gereğ ini de bildirmektedir. Ö z ifadeyle İ slâ m Dini sebeplere yapı ş mamı zı fakat netice iç in yalnı z Allah’a gü venip dayanmamı z gereğ ini aç ı klamaktadı r. Ç alı ş an fakat Allah’a gü venmeyen, Allah’a gü venen fakat tedavi olmayan genel ilâ hî yasaları n dı ş ı ndadı r. Dinimiz Allah’a ö zel bir yakı nlı k derecesine ulaş mak gibi azı n azı kulla- rı n erdiğ i yü celiklere sahip olmadan bu umumî kaidenin dı ş ı na ç ı kı lması nı ya- saklamı ş tı r. Bunun iç indir ki “Ya Resû lellah! Devemi bağ layı p da mı Allah’a tevekkü l edeyim, yoksa salı verip de mi Rabbime gü veneyim? ” ş eklinde soru yö nelten bir sahabiye Peygamberimiz ş ö yle buyurmuş tur. - (Ö nce) bağ la, sonra tevekkü l et. 2 Mü minler! Burada İ slâ mî imanla ayarlı gö nü l kulakları mı za fı sı ldamak isteriz ki, koy- duğ u sebep netice kanunları na uygun bir ş ekilde sebeplere yapı ş arak Mev-
2 EtTac 5/205.
651
652 lâ mı zdan dilemek genel yasadı r. Allah koyduğ u sebep netice kanunları na uy- maya mecbur değ ildir. Sevdiğ i kulları na dilediklerinde, lutfunu sebepsiz gibi gö rü lecek neticeler halinde de yağ dı rabilir. İ man mantı ğ ı yla ayarlı bir kalple ancak kavranabilecek bu inceler incesi esasa iş aret etmek iç indir ki Peygamberimiz ş ö yle buyurmuş tur: “Eğ er siz Allah’a hakkı yla tevekkü l edebilseydiniz, sabahları aç karı nla ç ı kı p akş amları tok karı nla dö nen kuş ları n rı zı klandı rı ldı kları gibi siz de rı zı klandı rı lı r dı nı z. ”3 Amelî hayatta mü minle kâ fir arası ndaki farkı belirginleş tiren Allah’a gü - ven/tevekkü l meselesidir. a) Kâ fir ve Mü nafı k bü tü n gü cü ile sebeplere yapı ş arak ç alı ş ı r. b) Mü min de tü m gü cü ile nedenlere bağ lanarak ç abalar. Fakat kâ fir ve mü nafı k yalnı z ç alı ş ması na, mü min ise ç aba ç izgisi ü zerin- de yalnı z Allah’ı na gü venir. Ç ü nkü sebeplere netice halkedecek olanı n ancak Allah olduğ unu bilir. Sebeplere dayanı p da onlarda neticeye varma ö zelliğ ini halkeden Allah’a bağ lanamamak ne kadar bü yü k bir gaflettir. Ne azim bir nankö rlü ktü r. Allah’ı n koyduğ u helâ l ve haram dü sturları na iman etmiş gö rü ndü kleri halde, helâ l yollardan ç alı ş ı ldı ğ ı nda yeterince kazanı lamayacağ ı inancı na sap- lanan ve bu batı l inanç sebebiyle haramlara dü ş en bazı mü minler ü zü lerek ifa- de edelim ki yukarı da değ inilen gafletin ve nankö rlü ğ ü n failleri olmuş lardı r. Mü minler! Allah’a gü ven Allah’a imanı n gereğ i olduğ u iç in Kur’â n’ı mı zda değ iş ik sû - relerde ş ö yle buyrulur: [“Ö lü msü z diri olan (Allah)a dayan... ” “Mutlak galip ve merhametli olan Allah’a gü ven. ” “O gö klerin ve yerin Rabbidir. Ondan baş ka (hakimiyetine boyun eğ ilecek) hiç bir ilâ h yoktur. Onu vekil edin. ” “Allah kuluna yetmez mi?... ” “…Artı k namazları nı zı kı lı n, zekâ tları nı zı verin ve Allah’a yapı ş ı p gü venin. O, sizin Mevlanı zdı r. O ne gü zel Mevlâ dı r. Ne gü zel yardı mcı dı r. ]4
3 a. g. e. 5/205. 4 Fû rkan 58; Ş uara 217; Mü zzemmil 9; Zü mer 36.
Allah zü lcelâ le tevekkü lü n aczi yenen, gü ven veren mutlu eden faziletin- den insan kendisini nası l yoksun kı labilir? Mü minler! Kur’â n’ı n ve Sü nnet’in ö lç ü lerine gö re zâ tı na gü venenleri Allah sevdiğ ini bildirmekte ve mü minlere ş u gü venceyi vermektedir. Talak Sû resi  yet 2-3: “... Kim Allah’ı n emirleri ve yasakları na aykı rı lı ktan korunursa Allah O’na bir ç ı kı ş yolu yaratı r ve onu ü mit etmediğ i yerden rı zı klandı rı r. Her kim Allah’a gü venirse Allah ona yeter... ” İ man mantı ğ ı ve gö nü l neş esiyle bu ilâ hî teminatı n altı nda yaş ayan mü - min ne bahtiyardı r. Rabbine gü vensiz â ciz insan ne zavallı dı r. Hutbemizi bir hadî sle bitiriyorum: “İ nsanları ö fkelendirmek/cezaları na uğ ramak bahası na (sö zleri, iş leri ve dav ranı ş ları ile) Allah’ı n rı zası nı taleb eden kiş iye Allah yeter, onu insanları n ş errinden korur... (O ne gü zel vekildir. )”5
5 EtTac 5/206.
653
Allah’ı Zikir
654 İ nsanları n her birinin inanç ları ve fikirlerinin merkezi olan, sö zleri iş le- ri ve davranı ş ları na yö n veren, ç evresinde emelleri kü meleş en bir hayatî ga- yesi vardı r. İ nsanı yü celten ve aş ağ ı latan bu ana gayedir. Gaye yü ce olduğ u sü rece yaş anan hayat yü celeş ir. Yü ce Allah yeryü zü nü bizim iç in yarattı. Bizi de emirleri ve yasakları nı uy- gulayarak Kendisine ibadet etmemiz iç in halketti. Bu sebeple ana ve nihaî olan gayemiz Allah’tı r. Ona ibadet etmektir; kulluk ş uuru ve zevki iç inde yaş ayı p ebedî saadete ermektir. Yü ce zatı nı ve rı zası nı gaye edinerek yü celmemiz iç indir ki Allah insanlı - ğ a yö nelik son mesajları nı iç eren Kur’â n-ı Kerî m ile aş ağ ı daki emirlerini ver- miş ve gereğ i ile bizleri gö revlendirmiş tir: [“Ey insanlar! Sizleri yaratan Rabbinize ibâ det edin... ” “Rabbinize duâ edin... ” “Rabbinize yö nelin... ” “Ey insanlar! Rabbinizin emirleri ve yasakları na aykı rı lı ktan sakı nı n... ” “Rabbinizin mağ firetine ve Cennet’e (doğ ru) koş un... ” “(Rabbiniz olan) Ben’i ş uurla anı n... ”]1 Kutsal emirlerinden anlaş ı lacağ ı gibi bizi yaratan, ibadeti hayatı mı zı n ga- yesi kı ldı ğ ı iç in vazifemiz, O’na yö nelmek ve O’nu zikretmek/ş uurla anmaktı r.
1 Bakara 21; Nisa 1; Mü ’min 60; Zü mer 54; Ali İ mran 133; A’raf 205; Bakara 152.
Emirleri ve yasakları m tatbik etmek Allah’a yö nelmektir. O’nu gü zel isim- leri ve sı fatları ile yü celterek anmak ta O’nu zikretmektir. Aslı nda Allah’ı n her bir emrine itaat, her bir yasağ ı ndan sakı nma zikirdir. Helâ lleri haramlara tercih etmek bir zikirdir. İ lâ hi rı za iç in yapı lan her bir ha- yı r da bir zikirdir. O’na yö neliş ve zikir de ibadettir. Biz Rabbimizi zikrin her ç eş idi ile anarken ö zellikle dilimizle ve kalbimiz- le de zikredeceğ iz. Ç ü nkü O hayatı mı zı n gayesidir. Kur’â n’ı mı zı n; “Ey İ man Edenler! Allah’ı ç ok ç ok zikrediniz. ”2 emri gereğ ince biz mü minler Rabbimizi ç okç a anacağ ı z. Allah’ı zikretmek amellerin en fazî letlisidir. Allah’ı zikredenler de insan- ları n en yü cesidir. Amellerin en faziletlisi zikirle yü celeş memiz iç in Peygamberimiz ş ö yle buyurmuş lardı r. “Allah ş ö yle buyurur: Ben kulumun bana olan zannı na gö reyim. Beni bilinç le andı ğ ı nda onunla bera berim. Beni nefsinde anarsa bende onu nefsimde anarı m. Beni bir toplulukta anarsa ben de onu anı ldı ğ ı m topluluktan daha hayı rlı bir toplulukta anarı m... ”3 Peygamberimiz Allah’ı zikretmenin yü celiğ ini aç ı klayan bir diğ er hadî sle- rinde de ş ö yle buyurmuş tur: Size yaptı ğ ı nı z amellerinizin en hayı rlı sı nı, Malikiniz olan Allah katı nda O’nu en ç ok razı kı lacak ve size en yü ksek dereceyi sağ layacak olanı nı, hatta altı n ve gü mü ş ten sadaka vermekten daha değ erli olanı nı (ve bü tü n bunlar ş ö yle dursun, ) dü ş manları nı zla karş ı laş ı p sizin onlarla, onları n da sizinle ö lü mü ne vuruş manı zdan da ha da yü cesini haber vereyim mi? Bu amel Allah’ı zikretmektir. ”4 Mü minler! Allah’ı zikir, ibâ detlerin ö zü dü r. İ manı n gü cü dü r. İ slâ m’ı yaş amayı kolay- laş tı ran â mildir. Elemleri gideren, bunalı mları bitiren kaynaktı r. Allah’ı zikir, kalplerin temizliğ i, gö nü llerin nuru ve rû hları n huzurudur. Ü stü n idrak olan irfanı n kaynağ ı dı r.
2 Ahzab 41. 3 EtTac 5/85. 4 İ. Mace K. Edeb, Babu FazlizZikri Hn. 3790.
655
656 Allah’ı zikir, vü cutları n kuvveti, yü zlerin gü zelliğ idir. Kulun vakarı ve aza- metidir. Zevktir, vecddir. Allah’ı zikir, ş ifadı r, ilâ hî marifet ve muhabbet sermayesidir. Allah’ı zikir Allah’ı razı eder. O’nu gö rü r gibi ibâ dete yol aç ar. O’na yaklaş - tı rı r. Gü nahları eritir. Azabtan kurtarı r. Nimetleri istemeden yağ dı rı r. Allah’ı zikir, ibâ detlerin en kolayı fakat en fazî letlisidir. Onunla sağ lana- cak sevapları ve ihsanları baş ka amellerle sağ lamak mü mkü n değ ildir. Allah’ı zikir, Allah’ı sevmenin ve O’nun tarafı ndan sevilmenin alâ metidir. Allah’ı zikir, ö yle bir nimettir ki onun sağ ladı ğ ı bereketler ancak yaş anı r. Lâ yı kı yla anlatı lamaz. Zira O’nu zikredenin fikri de gayesi de Allah olur. Allah’ı zikrin en iyisi de devamlı ve pek ç ok olanı dı r. Allah’ı zikir bö ylesine yü ce olunca elbetteki zikredenler de yü ce olur. Kur’â n’ı Kerî mde gerç ek mü minler tanı tı lı rken ş ö yle buyrulmaktadı r: “Hakikî mü minler Allah zikredilince kalpleri ü rperenler... ”5 Hayatı nı n her anı ve safhası nda devamlı olarak Allah’ı zikretmenin bizlere ö rneklerini sunan Peygamberimiz de Allah’ı zikredenler iç in ş ö yle buyurmak- tadı r: “İ nsanları n en ü stü n derecelisi Allah’ı zikredenlerdir. ”6 Allah’ı zikredenlerin ü stü nlü ğ ü nü ve alacakları mü kâ fatı n bü yü klü ğ ü nü de bizzat Allahı mı z ş ö yle aç ı klamaktadı r. Ahzab sû resi  yet 35: “... (Fiilleri dilleri ve kalpleriyle) Allah’ı ç ok ç ok zikreden erkekler ve kadı nlar (yok mu? ) Allah onlar iç in mağ firet ve pek bü yü k bir mü kâ fat hazı rlamı ş tı r. ” Bereketlerini aç ı klamaya ç alı ş tı ğ ı mı z zikrin en faziletlisi ş ü phesiz Peygam- berimizin ö ğ rettiğ i mü barek cü mlelerle yapı landı r. Bu zikir cü mlelerinin baş lı caları da ş unlardı r: a) Allah, Lâ ilâ he illellah, b) Sü bhanellah, c) Elhamdü lillah,
5 Enfal 2. 6 RamuzulEhâ dis (A’zamû nNası ) bö lü mü.
d) Allah’u Ekber, e) Sü bhanellah ve bihamdih, f) Estağ firullah, g) Lâ ilâ he illellahü vahdehû la ş erî kelehü. Lehü l Mü lkü ve lehü lhamdü ve hü ve alâ kü lli ş ey’in kadir. Mü minler! Hayatı mı zı n gayesi Allah’tı r. O’nun rı zası dı r. Allah’ı zikredelim. O’nu anmak mutluluktur. Aczi yenmek gü ç lü olmaktı r. O’nun zikrinden yoksunluk buhranları n kaynağ ı, ö ksü zlü ğ ü n menbaı dı r. Kayı pları n en bü yü ğ ü dü r. Dü nya ve  hiret hayatı nı elemlendirecek bu kayba uğ ranı lmaması iç indir ki Kur’â nı mı zda ş ö yle buyruluyor: “Ey iman edenler! Malları nı z ve ç ocukları nı z sizi Allah’ı n zikrinden alı koyma sı n. (Mallan ve ç ocukları sebebiyle) Allah’ı zikretmeyenler, evet onlar kayba uğ ra yanları n ta kendileridir. ”7 Mü minler! Allah’ı zikirden mahrum kalmamak ve O’nu ç okç a zikretmiş olmak iç in ev- de, mektebde, bü roda, fabrikada, otururken ve ç alı ş ı rken Allah’ı zikretmelidir. Yaya ve vası talı olarak giderken, gelirken, sohbet dinlerken hulâ sa her yer- de ve her zaman O’nu anmalı dı r. Daha ç ok erdirici ve geliş tirici olması iç in zaman zaman abdestli ve kı ble- ye yö nelik olarak sessizce bir mekâ nda zikir yapı lması tercih edilebilir ise de yukarı da iş aret ettiğ imiz ü zere ç okç a, zikir yapmı ş olmak iç in her zaman ve her yerde zikre devam etmeliyiz. Zikirde haz alabilmek ve sü rekliliğ i sağ layabilmek iç in Peygamberimizin, her namazı n ardı ndan yapı lması iç in Cebel oğ lu Muaz’a ö ğ rettiğ i ş u duâ yı yap- malı yı z: “Allahı m! Seni anmakta, sana ş ü kretmekte ve sana gü zelce ibâ det etmekte ba na yardı m et. ”8
7 Mü nafikû n 8. 8 Miş kâ tü l-Mesâ bî h Hadis No: 949.
657
• Hutbemizi insanları zikre yö nelten â yetlerle bitiriyorum: “…Allah’a yö nelenler, İ man edenler ve kalpleri Allah’ı anmakla huzur bu lanlardı r. Ç ok iyi bilin ki kalpler Allah’ı zikrederek/anarak huzur bulur. (Kalpleri Allah’ı n zikriyle huzur bulan imanlı lar ve gü zel amelliler (yok mu? ) Onlara mü jde ler olsun varı lacak gü zel yurt Cennet onları ndı r. ”9
658
9 Ra’d 2829.
Hz. Peygamberden Zikirler
Mü min iç in hayatı n gayesi Allah’tı r. O’nun rı zası nı kazanarak mutlu ol- maktı r. Bu sebeple mü minin ana vazifesi emirleri ve yasakları nı uygulayarak ve Peygamberimizin ö ğ rettiğ i cü mlelerle zikrederek Allah’a yö nelmektir. Dil ve kalple zikretmek ibâ detlerin ö zü, amellerin en fazî letlisidir. İ slâ m’ı yaş amada ihtiyaç duyulacak enerjiyi sağ layacak temel kaynaktı r. Bereketleri pek ç ok olan bu faziletli amele mü minleri teş vik buyuran Pey- gamberimizin ö ğ rettiğ i bazı zikir cü mlelerini aç ı klamaya ç alı ş acağ ı z.
|
|||
|